Kur’an-ı Kerim’in, Bakara suresi 62. Ayet de tüm inananlar için şöyle der ; ‘Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.’
Çocukluğumuzdan beri büyüklerimin tertemiz sözleri- davranışları ile eğitildik. Dinimizi rehberimiz Kur’an-ı Kerim’den öğrendik dost doğru. Kıvrılmadan bükülmeden. Tüm inananları kucakladık saygıyla, sevgiyle, hoşgörüyle…
Kur’an-ı Kerim’de de bahsedildiği gibi, hiristiyan olsun, yahudi olsun inanan herkesi kucaklayan dinimizi bu gibi yobazlar korkmadan nasılda yanlış tanıtıyorlar. Gerçek inananları dahi korkutarak, kaçırıyorlar.
Bu yazımı, son günlerde kadınları aşağılayan zihniyetlerin, akıl almaz konuşmaları, beni- yakın çevremi çok üzmesi üzerine çeşitli okumalarım, araştırmalarımdan faydalanarak, kaleme alıyorum.
Toplumumuz nasıl bu hale geldi daha doğrusu getirildi. Saf tertemiz, dinlerin en hoş görülüsünü kirletmek için kullandıkları o çirkin ifadelerle zihinlerimizi kirletmeye hiç kimsenin hakkı yok. Allah’a inanan hiç kimsenin böyle çirkin bir soruyu sorması ve onlarında böyle çirkin soruya bir o kadar çirkin cevap vermesi çok üzücüdür. Özellikle bu günlerde yaşamak için mücadele veren, masum insanların çaresizce ölüme yolculuk yaparken, anlamsız çatışmalarla dört bir yanımız kan revan içindeyken !..
İslam dini; iyilik yapmayı, kötülükleri iyilikle savmayı, merhamet göstermeyi, adil davranmayı öğreten her ilişkide hukuku ve adeleti vurgulayan bir dindir.
İnanan herkesi kuçaklayan dinimizi, yobazlar tarafından belden aşağıda vurmaları Allah katında suçtur, günahtır.
Toplumda parçalanmışlık, kaos, süreksizlik korkutuyor beni. Hergün bir belirsizlik. Gerçeklerle ilgilenmek yok artık. Bu da postmodern çağın oyunu. İnsanlar gösteri ile ilgileniyor. Tüm tanımlar anlamını yitirdi. Toplumlar artık Jean Baudrillard’ın dedigi gibi kitle haline geldi.
Baudrillard, Lyotard ve Jameson postmodern toplum bilimcilerinin önde gelen isimlerindendir. Bu anlamda postmodern toplum düzeni ile ilgili ilk görüşleri ortaya atanlar da bunlardır.
–Jean Baudrillard, Fransız düşünür-sosyolog taklitlerin ve suretlerin ürünü olan bir postmodern toplumdan bahseder.
–Jean François Lyotard, ‘filozof, postmodern felsefe ve postmodernizm’in, öncülerinden olan çağdaş Fransız düşünür’, büyük umutların ve devrimci siyasetin sona erdiğini, büyük anlatıların öldüğünü, toplum ve varlık hakkındaki kapsamlı ve bütüncül yorumların giderek artan ölçüde parçalara ayrılan bir dünyada artık canlı ve güvenilir hiç bir şeyin kalmadığını ifade ederek, bir postmodern durumdan, bahseder.
–Fredric Jameson, ‘Amerikalı,Marxist edebiyat kuramcısı, edebiyat eleştirmeni ve teorisyeni, sosyoloji eğitimi görmüş ve Marksizmle yakından ilgilenmiş düşünürdür.’ Fredric Jameson, Postmodernizmi kapitalizmin yeni bir aşaması içinde yer alan kültürel bir mantık, yani geç kapitalizmin kültürel mantığı olarak yorumlar.
Postmodernizmde sistematik bilginin yıkılması ve yerine tek doğruyu yansıtmak iddiası olmayan bir bilim anlayışı olması gerektiği savunulurken, çok sayıda ‘bilgi kümeleri’nin birlikte var olması ve böyle çok doğrulu bir bilgi anlayışının kabul edilmesi ile biçimlenen toplum, kendini üretemeyecektir.
Postmodern düşünürler de toplumla ilgili ‘hermeneutics (yorum bilgisi) gibi’ tanımlamalar ve çözümler yapmışlar. Hermeneutics’in, kelime anlamı ‘kutsal metinlerin’ yorumlanmasıdır. Wilhelm Dilthey, ‘hermeneutics (yorum bilgisi)’ni toplum ya da insanla ilgili açıklamalar için kullanılmıştır. O’na göre, toplum ve insanla ilgili açıklamalar ve bunlarla ilgili bilgi üretmek, doğa ile ilgili bilgi üretmek gibi değildir. İnsan ile ilgili bilgi üretirken bilginin öznesi ile nesnesi birbirinden ayrılamaz. Çünkü insan toplumla ilgili bilgi üretirken nesnel olamaz ve kesin bir kuram ortaya atılamaz. Postmodern düşünürlere göre belirleyici bir toplum kuramı olanaksızdır. İnsan ve toplum onlara göre belirlenemez olgulardır.
Bu anlayış/anlayışlar içinde, dinin ana temalarından birisi de, cinsellik, doğurganlık, hastalık ve ölüm gibi temel bedensel tecrübelerle başa çıkmadır. Cinsellik ve ölümün dünyevileştirilmiş yorumları, geleneksel dini yorumlara meydan okumaktadır. Bazı din sosyologları varoluşsal ‘doğal din’in, kurumsallaşmış dinin geri çekildiği bu meselelerle başa çıkma işini devraldığını savunmaktadır
Devletin büyümesi pek çok ahlaki ve dini tartışmayı kışkırtmaktadır. Siyasi perspektifin ulusal devletlerin ötesine taşınması, siyaset ile din arasındaki çıkar birliğini değiştirmektedir. Dini alan, küresel meselelerle ve özellikle bir dünya görüşüyle sınırlandırılmaktadır.
Küreselleşen dünyada kimlik sorusuna verilecek iki tür dini yanıt bulunmaktadır. Bir yandan, çağdaş küresel koşulları bir bütün olarak yorumladığını iddia eden dini akımlar; sivrilmekte, diğer yandan, belirli toplum ve medeniyetlere dini amaç aşılamaya çalışan fundamentalist (Köktendincilik, radikal dincilik, dinî fundamentalizm, genellikle dinî esaslı asli kaidelere geri dönme talebiyle kendini belli eden ve bu kaidelere katı bir biçimde bağlı olan diğer görüşlere karşı toleranssız ve laiklik karşıtı dinî hareket veya bakış açısıdır. Köktendincilik, genellikle dinî tabiattaki bir dizi kurala sıkı sıkıya bağlı, çağdaş sosyal ve siyasi yaşam ile ilgili üzerinde uzlaşılmış prensiplere karşı tepkisi olan inancı belirtir. Köktendinciliğin en önemli karakteristik özelligi din ve siyaset arasındaki ayrımı reddetmesidir.) akımlar bütün dünyada yükselmektedir.
Din, bir kültürel, etnik veya yerel kimliği açıklama konusunda siyasi ideolojiden daha etkili olabilir. Jeffrey K. Hadden, dünya çapında dalgalanan siyasi akımların, arayışlarını, dini geleneklerin temelleri üzerinde yoğunlaştırdığına, özellikle son zamanlarda tüm dünyada dinin politik alanda son derece etkili olduğunu gösteren olayların yaşandığına da dikkat çekmektedir.
Sosyolojik açıdan Postmodernizm, çoğulculuğu vurgulayan anlayıştır.
Din ve dünyevilesme ilişkileri hakkında sosyologlar arasında üç paradigma, teşekkül etmiştir.
I.si, klasik pozitivist ve evrimci paradigma olup dünyanın giderek sekülerleşeceğini ve dinin (etkisinin) ortadan kalkacağını öngörmektedir
II.si, yeni paradigma olarak da bilinir, bunun tam tersine dünyamızın giderek dindarlaştığını ve sekülerizmin marjinalleştiği görüşü,
III.side, diyalektik ve eşzamanlı var oluş ya da mücadele paradigması olarak bilinir.Din ve sekülerleşmenin birlikte var olacağı ve birbirini etkileyeceği ve dönüştüreceği görüşü.
Sosyologlar,deneysel kanıtlarla I. görüşün çok büyük ölçüde geçersizliğini ispatlamış, II. ve III. görüşler ise büyük ölçüde geçerliliğini korumakta olduğunu ifade etmektedirler.
Her bölünmüş sosyoloji, marjinalleşme ve tecrit riski altındadır. Bölünme, dolaylı olarak hem zorluğu, hem de riski beraberinde getirmektedir.
Din sosyolojisi bölünme ve tecridin özel tehdidi altında olan bölünmüş alanlardan biridir. Bu nedenle; din sosyal yaşamda sosyologların daha fazla alanlarında çağdaş sosyolojik teori ve teoriler ile daha fazla ilişkilendirerek tanımlanmalı ve toplum bilgilendirilmelidir.
Postmodern dönemde; yani hem kültürel hem düşünsel hem de maddi nitelikler açısından bir dönemin sona ermesi ve kendi içinden ötesine geçilmesi dönemidir. Bu dönem, Eco’ya göre,’Masumiyet çağının sonudur.’ Faucault’a göre ‘Bilmeceli ve rahatsız eden bir dönemdir.’ Kelner’e göre,’Teknokapitalizmdir.’ Berman’a göre,’Katı olan her şeyin buharlaştığı dönemdir. ’ Jameson’a göre,’Geç Kapitalizm’in kültürel mantığıdır.’
Tüm analiz edilmiş bilgileri, sentez yaparak; Postmodernizm’e, ‘Modernizm’in temel özelliklerine; bilimsel bilginin üstünlüğüne, pozitif bilimlere, ulus-devlet anlayışına, kapitalizme karşı çıkan ya da onları sorgulayan buna karşılık, belirsizliği, parçalılığı, farklılığı, etnikliği, alt kültürleri, kültürel çoğulculuğu, yerel bilgiyi ön plana çıkaran bir akımdır,’ diyebiliriz.
Bir yanıt yazın