Adana’dayım.
Kış mevsimi, normalin üzerinde hava sıcaklıklarıyla ılık geçiyor.
Kış sessiz.
Ilık geçen sonbahar ve kış mevsimiyle, iklim değişikliği kaynaklı çevre sorunları, dünya genelindeki kuraklık tehlikesinin boyutunu hızla artırıyor. Aynı şekilde Türkiye’de de istenen boyutta kar yağışı ve yağmur görülmemesi kuraklık tehdidini de beraberinde getireceği düşüncesi hepimizi rahatsız ediyor.
Sen/ben değil hepimiz, hava durumunun sıkı takipçileri olduk.
Kara kara düşünme hali içindeyiz ve korkuyoruz!
Dünya üzerinde on binden fazla kara istasyonu, açık deniz ve okyanuslarda çalışan altı bin civarında gözlem gemisi, yüksek hava sondajları yapmak için kurulmuş olan binden fazla istasyon, günlük, haftalık, aylık olarak atmosfer çevresinde gerçekleşen hava olaylarını ve bu olayların canlıları nasıl etkileyeceği hakkında bilimsel açıklamalar yapıyor. Bu açıklamaları yaparken de matematik, coğrafya, fizik ve istatistik dallarından faydalanıyor. Rehberleri bilim ve bilim adamları. Bilimin ışığı hayatlarının içinde, her yerde!
Ülkem güzel ülkem, Bilimi, bilim adamını yok sayan, her öğretiye her inanışa karşı olan, bilim adamlarını konuşturmayan konuşsa da dinlemeyen, her şeyi bildiğini sanan bir kişinin elinde örselenen oradan oraya savrulan hayatların yaşandığı bir yer oldu. Hakikat dediğimiz şey, eski değerini yitirip önemsizleşti. İnançlar ve önyargılar, rasyonel aklın önüne geçti. İnsanları mutlu eden sadece maddi şeyler oldu.
İnsan psikolojisi ve yaşamın gözlemlenmesi ne kadar dikkate alınıyor?
-Bilmiyorum.
Doğa ve çevrenin tahribi, fiziki plansızlık ve yerleşme düzensizliği gelir dağılımdaki eşitsizlik, sosyal tabakalaşmanın veya sınıflaşmanın artması, kültür değişmesi ve boşluğu, toplum hayatındaki çözülmeler ve intibaksızlık ülkemin en büyük sosyal sorunları oldu.
Bulanık ve çarpık kentlerde yaşayan ülkem insanları, kültürleme-kültürlenme ve kültürleşme süreçlerinin iç içe geçmesiyle, yeni bir kültürel yapıya doğru sürekli bir değişim içinde çalkalanıyor.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’in dediği gibi, “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş uygarlaşmış bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız: bu yaşam ancak bilim ve fenle olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için bağ ve koşul yoktur.”
Atatürk’ün yüz yıl önce söylediği bu sözleri hiçbirimiz unutamayız unutmamalıyız da. “…Şimdiye kadar yapılmış bulunan yanlışların en büyüğü özellikle girişim sahiplerimizin, aydınlarımızın ve özellikle bilginlerimizin en büyük günahı namuslu olmamaktır. Ulusun karşısında namuslu olmak, namuslu hareket etmek gereklidir. Ulusu aldatmayacağız. Ulusa daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki yanlış yaparız. Gerçek zannederiz. Fakat ulus düzeltsin! Kendimizi kimsenin üstünde görmeğe hakkımız yoktur…”
Kocaman bir ahh çekiyorum ve ‘an’a dönüyorum.
Televizyonda hava durumunu dinliyorum.
05 Şubat 2023 saat 20.00 hava durumu haberleri; meteorolojiye göre yurt genelinin çok bulutlu, karla karışık yağmur ve kar şeklinde görülmesi ve beklenen yağışların, Akdeniz, Doğu Anadolu’nun güneyi, Güneydoğu Anadolu da kuvvetli yağış ve yer yer yoğun kar yağışı şeklinde olması bekleniyor. Bu bölgelere, kuvvetli yağış uyarısı da yapılıyor..
Kış geliyor diyorum içimden. Yağış haberleri yüzümde tebessüm yaratıyor. Hasretle bekliyorduk ve haberi de ruhları ferahlattı. Nihayet diyorum.
Akşam geç saatlerde yağmur başlıyor. Şimşek ve gök gürültüsüyle karşılanıyor yağışlar. İçimde bir rahatlama hissediyorum. İçim huzurlu. Evrenin doğal yasaları diyorum. Nasıl da sesini yükselterek geliyor. Kuvvetli bir yağmur yağıyor dışarıda.
Toprak susuz, kana kana içecek.
Toprakta kalmadı ya şehirde. Yüksek binalarla şehir kocaman hapishanelere dönüştürüldü ve dönüştürülmeye de devam ediyorlar.
Yüksek binalarla çevrilmiş bu yerlerde yaşayan insanların üst üste sıkışmışlıkları, hiç mi onların hapsolmuşluğunu akıllara getirmiyor?
Büyükşehir hapishaneleri çepeçevre şehri sardı.
Kentsel dönüşümle birlikte Adana da her evin dört tarafını çevreleyen portakal-limon ağaçları yani akciğerleri, söküldü yerine rant getiren 25-30 katlı sadece bol makyajlı binalar dikildi. Adana da elli yıl önceleri tek katlı evler, üç kata sonra altı kata yükseltildi. Ama yine de dört tarafı bahçelerle çevriliydi.
Son 15-20 yıl içinde, katlar inanılmaz yükseltildi. Şehir 20-30 katlı binalarla örülüyor. Şehrin nefesini kesiyorlar hızla! Geçmiş zamanın izlerini silmeye ant içmişler sanki.
Çarpık yapılaşmalarla şehirlerimizin kokusunu, parlaklığını yok ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Şehirlerimiz çirkin eğretilemeler yüzünden, oligarşik bir rant ağı ile kuşatılmış durumda.
Zaman hızla geçiyor. Belleğim, yaşadıklarımın izine dokunmadan geçemiyor. Ülkemin travmatik dönüşümü yine düşüncelerimi, soyut sevgilerimi zihnimi uyararak kaybettiğimiz mis kokulu toprağımızı/bahçelerimizi hatırlattı, yine kalbim ağırlaşıyor ve sıkışıyor.
Kocaman bir ahh çekiyorum yine!
Bulanık ve karışık kentler. Pencereden yağan yağmura bakıyorum. Bardaktan boşanırcasına yağıyor. Hava, şehir, caddeler, sokaklar temizlenecek. Cam kenarından ayrılıyorum.
Biraz dinlenmeliyim, uyku vakti, diyorum kendime ve yatmaya gidiyorum.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yatakta oturur buluyorum kendimi ve ev gürültülü! Aklımı, kendimi arıyorum. Şoktayım. Tek hatırladığım yüksek sesle Kelime-i Şehadet getirdiğim, hem de defalarca. O korkunç gürültü ve sarsıntı bitmiyor. Uzun bir süreç. Ayağa kalkamıyorum. Ellerim bir pençe gibi yatağa saplanmış. Sarsak elek üzerinde gibiyim. Ellerim gevşese düşeceğim yere. Hiçbir şekilde aklıma yere cenin pozisyonunda yatmak gelmiyor. Halbuki ne çok tekrar etmiştik. Sarsıntı durdu. Sesler azaldı. Buda ne? Titreşim hareketleri kesildi ama vibratörde vurma hareketi başladı sanki. Aynı pozisyondayım ve hala aklımla buluşamadım. Sesler yavaşladı, sarsıntılar ufak titreşimlere dönüştü. Kendime gelmeye çalışıyorum ve şok halim devam ediyor. Hala yatak kenarında oturuyorum. Deprem! Aklım, yavaş yavaş benimle buluşuyor ve 1999 İstanbul depremini hatırlıyorum. Ama bu daha uzun ve şiddetli diyorum kendime. Bedenim, aklım, ruhum buluşmuş olmalı ki yavaşça ayağa kalkıyorum.
Saatime bakıyorum. 06 Şubat 2023 saat 04.20. Kara kara düşünme hali içindeyim.
Evime yabancı gibiyim. Televizyon odasına gidip televizyonu açıyorum. TV1 den itibaren ilk 10 kanala bakıyorum. Hiçbir kanalda deprem bilgisi yok. Bekliyorum. Halk TV de bir alt yazı görüyorum. ‘Kahraman Maraş’ta 7,2-7,1 şiddetinde deprem oldu’ yazısını okuyorum. Yazı akıyor. Pencereden dışarı caddeye bakıyorum. Yağmur şiddetli yağıyor. Yavaş yavaş korna sesleri duyulmaya başlıyor. Sonra saat 04.30 da kız kardeşim Ülkü arıyor. Konuşuyoruz. Çok korkmuş. Beni almaya geleceğini söylüyor. Konuşarak dilde rahatlatıyoruz birbirimizi…
Osho’nın ‘Korku’ isimli kitabında şöyle der. ‘Bir sonuca varıldığında akıl rahatlar. Bu yüzden bu kadar çok felsefe var. Tüm felsefeler, bir ihtiyacı karşılamak için var: akıl sorar ve akıl soruyla rahat etmez, huzursuzlaşır, soruyla kalmak, aklı rahatsız eder. Bir yanıt gerekir- yanlış bile olsa önemli değil; akıl rahatlar.’
Kardeşimle konuşmak iyi geldi bana. Canım kardeşim. Sonra susmak bilmeyen telefonlar, küçükten büyüğe geçmişten günümüze gelene kadar, hayatına dokunduğum tüm insanlar…
Yaşadığım dünyanın tüm güvensizliklerini biliyorum ama kabullenemiyorum! Tam 15 milyon insanın yaşadığı bir bölge yerle bir oldu. 11 Büyükşehir ama bulanık ve çarpık büyük şehirler. İlçeler, kasabalar, köyler… Yok oldular. Bu yürek, nasıl dayanacak. Acılar, katmer katmer oldular, içime sığmıyorlar.
Buz- buz, kor- kor, kara- kara…
Köhne zihniyetlerin, bilim ve fennin harikalarını elinin tersiyle ötelemesiyle maziperestlerin avuçlarında kırıldık, ufalandık, yok olduk ama Nazım Hikmetin dediği gibi, ‘İpek bir halıya benzeyen bu topraklar bizim.’
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Adana-Mart 2023
Salime Kaman, İnsanların Hapsolmuşluğu, t.ü.y.b. spatül, 2018, 60×80 cm.
Yeni oluşan kültürel yapıyı resimlerimde sırtı dönük yürüyen kadın betileriyle kent hayatının getirdiğisorumlulukları ve iletişim kopukluluğunu anlatmaya çalıştım. Resmin bütününde ise, dikey çizgiler ve koyu kahverenklerin çokluğu da insanların hapsolmuşluğudur. Bu eserimde görülen renklerim ve formlar, yazdığım bu yazıyla sıkı sıkıya ilişki içindedir.
Bir yanıt yazın