BELİRSİZLİK ÇAĞI
Bir belirsizlik çağı içinde yaşadığımızı düşünüyorum. Tarihsel aktrisler/aktörler olarak içinde yaşadığımız dünyanın biçimini ben pek bilmiyorum.
Ya siz?
Bu bilgisizliğimin farkında olmak benim yanlışım değil tabi ki! Belirsizlik hissini bize aşılayanlarda. Belirsizlik hissini bize aşılayan da ‘kriz’lerdir. Kriz, en iyi metofordur bence.
Werner Heisenberg’in ‘Belirsizlik ilkesi’ aklıma geldi. Bu ilke genel anlamda reel bir sayı değildir. Belirsizlik ilkesinin anlam içeriğinde; doğa belirsizliklerle vardır ve belirsizlikler doğanın bir parçasıdır.
Okuduklarımdan öğrendiğim, 17. yüzyılda Newton’la doruğuna çıkan klasik mekanik, tam da her şeyin önceden bilinebileceği umutlarını doğurmuş, doğa yasalarının mutlaklığı yolunda görüşler oluşmuştur. 20. yüzyıl başında doğan kuantum mekaniği, yepyeni dünyaların kapılarını açarak doğaya bakış perspektifimizi genişletmiştir.
Kuantum mekaniği, gerçekten belirsizlik ilkesidir. ‘Klasik’ fizikten asıl kopuşunu, belirsizlik ilkesi temsil eder.
Belirsizlik ilkesinin deneme ya da ölçme yetimize bir sınır getirdiği gerçektir. Aslında 20. yüzyılda bu tür kısıtlamaların matematikte bile ortaya çıkması konuyu daha da genel ve ilginç kılmaktadır. Matematik felsefecisi Kurt Gödel’in matematik için ortaya koyduğu ‘eksiklik ilkesi’, Heisenberg’in kuantum dünyası için ortaya koyduğu ‘belirsizlik ilkesi’, bilimsel bilgilerde önemli bir dizi kısıtlamayı ortaya koymuştur. Ama konumuz hayatın iiçindeki belirsizlikti, biz buraya nasıl geldik. Mücadeleler, belirsizlikler iyice kafamı karıştırdı. Ama yine de söylemeden edemeyeceğim! Af edin beni. Bilimi öteki kültürel etkinliklerden ayıran ölçütlerin başında onun hakkında konuştuğu şeyle ilgili ölçüler vermesi gelir. Bilimde gözlem ve deney, yargıçtır. En başta kuantum kuramının dört büyük öncüsü, Max Planck, Albert Einstein, Louis de Broglie ve Erwin Schrödinger belirsizlik ilkesinin getirdiği ‘sınırlamadan’ rahatsızlık duymuşlar ve adeta kurama karşı bir mücadele içine girmişlerdir. Bu ekibin karşısında Niels Bohr’un önderliğinde Max Born, Werner Heisenberg, Wolfgang Pauli, Paul Dirac ve başkaları da vardır. Ne güzel bir mücadele…
Ya yaşam içinde?
“Belirsizlik” kavramı, riski kapsayan bir anlamdır. “risk”, insan faaliyetinin ana belirleyenlerinden biri olarak bilinir. Günümüzde, insan davranışının “bilgi eksenli” karakteri, “risk eksenli” bir hal almaktadır. Davranış biçimlerinde risk de öne çıkmaktadır. Bu risk, iktisadi alan için de olursa, günümüz toplum yapısında her zaman akılcı davranmadan, duygusal faktörlerle güvenlik ihtiyacını daha önde tutmaya çalışır. Karar birimi riskten kaçınarak, iktisadi faaliyetini sürdürmeye çalışır.
Örnek olarak, İngiltere’de yapılmış bir araştırmayı sizlere aktarmak istiyorum. Bu çalışmayı, Frank Furedi yapmıştır. Frank Furedi, özellikle risk, toplumsal panikler, ırk ve nüfus gibi güncel toplumsal sorunların kurgulanışı ve kimlik ve aidiyet sosyolojisi konularında çalışmış bir bilim adamıdır.
‘İngilizler yemek yeme ile ilgili yapılan bu araştırmada:
1947’de, %80 oranında istediğimi rahatlıkla yiyebilirim, %20 oranında ise dikkat ederim şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Aynı soru bu kez 1996’da sorulduğunda, %58 oranında istediğimi rahatlıkla yiyebilirim, %42 oranında ise dikkat ederim demiştir.’
Yediklerine dikkat eden insan sayısının iki katına çıkması insanların günlük yaşamındaki ciddi bir değişimi yansıtmaktadır. Yaşamın diğer yönleriyle ilgili incelemeler de daha tedbirli yaklaşımlara doğru benzer bir kayma olduğu görülmüştür.
Carl Rogers, kişilerin büyüme , olgunlaşma ve olumlu değişim yönünde gösterdikleri içsel eğilimden etkilenmiş ve insanı motüve eden temel gücün gerçekleşme eğilimi olduğunu ifade etmiştir. Ona göre her insan doğuştan mutluluğu arar ve potansiyelini gerçekleştirmek için çaba sarf eder. Gelişme ve iyiye doğru değişme insanın doğasında var olan bir içeriktir.
Sonuç olarak kişi yani ‘ben’, bir tehlikenin yaklaştığını hissederse savunmaya geçer, algılama daralır ve katılaşır. Amaca yönelik davranışlar ve savunucu mekanizmalar ortaya çıkar. Savunma mekanizmaları bireyi kaygıya karşı korur. Savunma mekanizmasını kullanan birey, gerçek davranışının asıl işlevinin farkında olmaz. Ara sıra kullanılan savunma mekanızmaları, bireyin kaygı derecelerini geçici olarak azaltırken çevreyle sağlıklı iletişim kurmasını sağlayabilir. Devamlı kullanılan savunma mekanızmaları çevreye uyumu olumsuz yönde etkilerken sağlıksız sonuçları doğurur.
Her zaman gerçek, bireyin algıladığı şekilde yorumlanır ve bu yorum kendi ‘ben’ kavramına göre yapılır. Davranışları denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer vermek gerekir. insancıl yaklaşıma göre insan, cansız bir nesne değildir ve dıştan bakılarak davranışları yorumlanamaz.
Gelişme ve iyiye doğru değişme doğamızı kaybetmeme dileğiyle.
Salime Kaman
20 ekim 2015
Bir yanıt yazın