MUZAFER SHERIF
Sosyal Psikolojinin kurucularından olan, ülkesinde tanınmayan ve unutulmuşluğa itilen bir aydın MUZAFFER ŞERİF BAŞOGLU ( 1906-1988), Sosyal Psikolojinin akademik bir disiplin oluşturmasında çok önemli rol oynamıştır. Muzafer Sherif, sosyal psikoloji çalışmalarını temel olarak “ego psikolojisi” çerçevesinde ve birey ile grup arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaştırdı. Bu bilim dalına çok önemli kuramsal katkılarda bulunmuş. “Norm oluşumu” alanında geliştirdiği özgün deneysel çalışmalar sonucunda, bireyin karmaşık ve belirsiz olaylara başkalarının değerleriyle baktığını saptamış. Bu kuramsal sonuçlar, “uyum” sorunu üzerinde çalışan araştırmacılar için de çıkış noktası olmuştur. 1939’dan itibaren Türkiye’nin ve dünyanın sorunları ile ilgili denemeler yazmış, sayılı eserler bırakmış olan Muzaffer Şerif, 1940’lı dönemde kendi bilim alanının ötesinde Türkiye’nin genel somut sorunlarıyla da ilgilenmiş olup Sosyal Psikoloji alanındaki katkıları çok önemli olmuştur. En önemli yapıtlarının ilki olan “Irk Psikolojisi” ve “Değişen Dünya” dır. Muzaffer Şerif Başoğlu’nun adı Türkiye’de daha çok, 1948’deki “Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Olayları” vesilesiyle geçmiştir. “Komünistlik”karalamasıyla üniversiteden uzaklaştırılan akademisyenlerden biridir. Muzaffer Şerif, bu olayın ardından Türkiye’den ayrılmıştır. Onun uluslararası sosyal psikoloji literatüründe saygın bir yer kaplayan ve artık Muzafer Sherif olarak anılan çehresi ise, Türkiye’de o kadar fazla bilinmemektedir. Türkçe çıkan tek kitabı ‘Irk Psikolojisi’ dir. Muzaffer Şerif 1906’da İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğmuştur. Çocukluk ve ilk gençlik yılları Osmanlı’nın son günlerine, I. Dünya Savaşı dönemine denk gelmiştir. İşgal döneminde, Türklerle Rumlar arasındaki çatışmaları yaşamıştır. 1924 yılında Ödemiş İlkokulundan sonra misyonerlerin kurduğu İzmir Amerikan kolejini bitirmiştir. 1928 yılında İstanbul Darülfünün Felsefe Bölümü’nden mezun olmuştur. Cumhuriyet döneminde, ilk yıllarda milliyetçi havadan etkilenen Muzaffer Şerif’in, William McDougall’ın “grup bilinci” araştırmaları çalışmalarına ilgisi nedeniyle, 1929 yılında yüksek lisans yapmak için Harward Üniversitesi gönderilir. Amerika’da Edwin G. Boringya da Robert Woodworth gibi Amerikan psikolojisinin önemli isimlerinden ders alır ve 1930 yıllarda Marksizm ile tanışmıştır. 1932 yılında Almanya’da Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden Wolfgang Köhler’in derslerine katılır. 1932’de Türkiye’ye dönerek Gazi Terbiye Enstitüsü’nde çalışmaya başlar. 1933 yılında doktora yapmak için tekrar Amerika’ya döner. 1935 yılında Almanya da Gardner Murphy’nin de yardımı ile 1936 yılında “Toplumsal Kuralların Psikolojisi” adı ile doktora tezi yayınlar. Columbia Üniversitesi’nde doktora tezi (Some Social Factors in Perception) daha sonra ( Psychology of Social Norms) adıyla kitap olarak 1936 ‘da basılmıştır. Bu çalışması sosyal psikolojinin temel teorilerini oluşturan bir el kitabı olarak kabul edilmektedir. Muzaffer Şerif Başoğlu’nun çalışmalarında etkisi altında kaldığı Marksist ve Gestalt psikolojisi ışığında norm psikolojisini açıklarken, çalışmaları,temel klinik psikolojiye, gelişim psikolojisine, bilişsel psikolojiye ve sosyal psikolojiye temel olmuş bir teorisyendir. Muzaffer Şerif doktorasını tamamladıktan sonra, 1936’da Türkiye’ye döner ve, Gazi üniversitesi’nde ders vermeye başlar ve aynı zamanda halk evlerinde de seminerler verir. Ancak; “bir sosyal bilimci ve sorumlu bir vatandaş olarak, şu andaki hükümetin ırkçı politikalarından bahsetmek benim görevimdir” demesiyle o dönemin “marksist ideolojileri var” denerek tutuklanır ve 4 ay hapis yatar. Harvard Üniversitesi akademisyenlerinin durumu haber alır ve, Amerikan Büyükelçisinin araya girmesiyle Muzaffer Şerif serbest bırakılır. Muzaffer Şerif, sosyal normun doğuşunun psikolojik yönünü araştırır. Çalışmasında, psikolojik mekanizma ile kabul edilen normlar bütünün ayrılması gerektiğini vurgular. İstikrar arayışında sosyal değişime etkili olan noktadır. Ayrıca bireysel davranışlarda ortaya çıkan kültürel farklılıklar üzerinde de durmuştur. Muzaffer Şerif, doktora tezi de dahil tüm eserlerinde, antropoloji etnografi literatürü üzerinde hakimiyeti bulunmaktadır. Etnosantrizmden kurtulmak için önerdiği yol farklı kültür ortamlarından gelen bulgular üzerinde çapraz kontrol niteliğindedir. Muzaffer Şerif, 1940’lı dönemde kendi bilim alanının ötesinde Türkiye’nin genel somut sorunlarıyla da ilgilenmiştir. Muzaffer Şerif Sosyal Psikoloji alanındaki katkıları çok önemlidir. En önemli yapıtların ilki olan “Irk Psikolojisi” ve “Değişen Dünya” dır. Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif düşüncelerinin Kemalizme yatkın yorum yapmasının yapıtlarının özünü oluşturduğu belirtilmiştir. Muzaffer Şerif’in Kemalizm konusunda genel tutumu olumlu olduğu belirlenmiştir. Bu durumu ‘Değişen Dünya’ kitabında Kemalist değişiklikler konusunda söyledikleri önemlidir: “Atatürk İnkılâbını içten duyan, ona minnettar olan Türk Aydınları otarşi çukurunu bir daha hotlatmamak üzere aşacaklardır”…“Biz de bilhassa emperyalist kuvvetlere karşı müstakil ve hür bir memleket olarak varlığımızı sağlayan İstiklal savaşından beri, milletimizin medeniyet ve kültür yolundaki imkanlarını güneşe çıkarmağa azmetmiş olan Atatürk Inkılabındanberi çürük itikatların, kokmuş taassubun dar aleminden çıktık”. Bu tür değerlendirmeler yapması Atatürk dönemi değişikliklerini olumlu bulduğunu sergilemektedir. Nazım Hikmet’in 1943’te kaleme aldığı Kemal Tahir’e bir mektubunda Muzaffer Şerif hakkındaki izlenimlerini şöyle bildirmiştir: “ Muzaffer Şerif’i ben tanırım. Enteresan çocuktur,ama ne senin ne de benim şöyle ahbapça arkadaşlığını edebileceğimize pek ihtimal vermiyorum. Lüzumundan fazla münevver Amerikalı bilgin. Belki de bu altı yıl önceki intibaımdır. Belki şimdi o da bende değiştim. Kim bilir. Mamafi kitabı (Irk Psikolojisi) cidden güzel, faydalı, aktüel. Ve böyle bir kitaba sahip olduğumuz için sevinebiliriz.” Der. Amerika’ya 1944’de dönen Muzaffer Serif, “ The Psychology of Ego İnvolvements “ kitabını yazar ve burada açık dille sosyalist dünya görüşünü yansıtır. 1945’ten sonra Amerika’da yayımladığı kitaplarında diyalektik maddeciliğe atıfta bulunduğu kısımlarında bulunmuş olması, Türkiye’deki yazılarında faşizan sınıfsız kitle amacını sol bir içerikle doldurma çabası yine dayanak olarak gösterilecek diğer izlerdir. Muzaffer Şerif de otarşiye karşı olduğunu, tümü ile Cumhuriyet İnkılâbı’nı uzun bir reform hareketinin İstiklal Savaşı ortamından güç alan ileri bir hamlesi olarak göstermiştir. (Otarşi, ekonomik yapının dış yardım almadan hayatta kalabildiği ya da faaliyetlerini sürdürebildiği durumlardır.) 1949’dan 1966’ya kadar Üniversitesinde çalışacağı Oklahoma’ya taşınır.Bu dönem Muzaffer Şerif’in kariyerinde ikinci bir dönem olarak kabul edilir.Artık Başoğlu soyadını atarak Sherif soyadını alır. Oklahama Üniversitesinde Sosyal Psikoloji Literatürüne geçecek Robers Cave deneyini tasarlar. Sonunda çocuklar öyle bir azmışlar ki, kamp görevlileri kılığındaki Muzaffer Sherif ve asistanlari, kavgaları ayırmaktan, oda baskınları ve yemek savaşları sonrası ortalığı temizlemekten ve çocukları susturmaya çalışmaktan deneyi bir kenara bırakırlar. 11 yaşındaki sağlıklı çocuklar, eğlenmek için pozitif duygularla yola çıktıkları Robbers Cave’ de, birer küçük canavara dönüşmüşlerdir. İstedikleri çatışmayı ve hoşnutsuzluğu yaratabilmiş deney yürütücüleri, bu çatışmalarla birlikte deneyin son kısmına geçmeye karar verirler. Buna göre; deney, iki tarafın da barıştırılması ile son bulacaktır. Bunun için de, taraflara aynı ortamda izleyebilecekleri filmler gösterilir. birlikte patlatabilecekleri çatapatlar alınır vs. harcanan çabaların hepsi boşa çıkar. Gruplar hiçbir şekilde barışmaya yanaşmazlar. Bunun üzerine, deney yürütücüleri iki grubu da başka bir mekana götürmeye karar verir ve orada onlara verecekleri bir takım problemleri onlardan çözmelerini isterler. Kendilerine söylenen problemlerden ilki, “su şebekesinin bilinmeyen insanlarca tahrip edildiği”dir. Burada, grup ortaklaşa bir çalışma gösterip el birliğiyle bir musluk yapmayı başarır ve barışın ilk adımı atılır. Bu problemden sonra söylenen ikinci problem ise, “film izleyebilmek için para birleştirmeleri gerektiği”dir (burada, izlenecek filme kendileri karar verirler.) Gruplar, izleyecekleri filme birlikte karar verirler ve parayı toplamakta da gecikmezler. Bu iki problemin çözümü sonunda gruplar, artık birlikte yemek yemeye başlarlar. Barış büyük ölçüde sağlanmış gibidir. Bundan sonra, deney yürütücüleri, çocuklara yeni problemler sunarlar (çocuklar onların kazara oluştuğunu sanarlar tabii.) ve onları da çözmelerini isterler. Çocuklar problem çözme aşamalarında hiç bir aksilik çıkartmadan, ellerinden geleni yapıp sorunların üstesinden gelmeyi başarırlar. Muzafer Sherif , Robbers Cave deneyi ile gruplar arası çatışmaların gruplar üstü hedefler koyarak nasıl önüne geçilebileceğini ortaya koyar. Muzaffer Sherif’in bu deneyinin başarılı sayılmasının en büyük nedeni, deneyde çatışmalar sonrasında da deneklerin geri-kazanımlarının yapılmış olmasıdır. Bu kazanım “insanlar üzerinde yapılan deneyler“ arasında sayılan birçok deneyde mevcut olan bir şey değildir. Çoğu bilimadamı, deney sonuçlarını elde ettikten sonra, denekleri terk eder. Ancak burada, denekler, deney süresince birbirleriyle çatışmış da olsalar, deney sonuçlanınca barışmasını bilmişler. |
Yine, Muzafer Sherif, kişinin üyesi bulunduğu gruplardan nasıl etkilendiğini inceleyerek toplumsal kuralların gruba göre belirlendiğini, gruplar değiştikçe kuralların da değişeceğini deneylerle ortaya koymuştur. Öte yandan bu çalışmalarla, gruplar arası çatışmaların toplumsal işbirliğini etkin biçimde engellediğini göstermiştir.
İnsanlar; çok farklı davranış, tutum, düşünce, duygu ve değerlere sahip ve dünyada yüzlerce farklı dil, inanç ve önyargı var iken; nasıl oluyor da tüm insanlar benzer tepkiler gösterebiliyorlar?
Bireyin davranışları dış dünyadan, çevresel kortekslerden etkilenir mi, bu etkileşimde kişi kendine ne kadar yabancılaşır, bir grubun üyesi olmak kişisel vicdanda, empati yeteneklerinde ne tür hasarlar oluşturur, bir grubun üyesi olmak, bazı konularda gruptan farklı düşünmeyi neden engeller, uyma ve itaat etmenin grup psikolojisi üzerinden deneyimlendiğinde ne tür sonuçlar üretir?
Bu tür sorulara cevap arayan Muzafer Sherif, bireysel davranışlarda grup etkisinin nasıl gerçekleştiğini araştıran deneyler yapar. Grup normu nasıl oluşur ve uyma nedir? Anahtar sorusuna bağlı olarak bazı sonuçlar elde eder. Birey ve grup arası ilişkilere dönük yaptığı sosyal deneyler neticesinde bireyin karmaşık ve belirsiz olaylara başkalarının değerleriyle baktığını saptar ve bu kuramsal sonuçlar çevreye uyum konusunda çığır açar. Bu çalışmanın baş aktörü ‘Uyma’ kavramını, bir kişinin davranış, duygu ve düşüncelerini somut ya da sosyal etki aracılığıyla değiştirmesi ve baskı yönüne doğru uyum göstermesi olarak tarif edebilir. Uyma etkinliği kendini; İtaat, benimseme ve özdeşleşme şeklinde gösterir.
Bu başlıkları kısaca açabiliriz.
İtaat: Kişinin toplumsal nitelikteki bir uyarıcıya incelemeden, soruşturmadan ve sorgulamadan kesin bir uyma davranışı göstermesidir. Uyma davranışını gösterenin uyulan kaynağın üstünlüğünü ve denetimini kabul etmesi anlamına gelir.
Özdeşleşme: Bir tüzel ya da özel kaynağa benzeme çabasına denir. Kişi, kendisini özdeşleştirdiği kaynaktan gelen iletiyi daha kolay kabul eder, öneri ve uyarılarını daha dikkate alır.
Benimseme: Kişi, grubun/kaynağın davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını kendisine mal etmesiyle ortaya çıkar.
Üç aşamalı bir deneyin ilk aşamasında bireyler kendi kriter ve algılarına göre bir yöntem/kanaat beyan ederken, deneyin 3. Aşamasında deneklerin ilk aşamada beyan ettikleri fikir/yöntemlerde tereddüt ederek grub çoğunluğuna/uyumuna göre hareket etmek zorunda kaldıkları gözlenmiştir. Yani, eğer ortada net bir gözlem ve karar verme olanağı yoksa grup psikolojisinin etkin olduğu sonucu ortaya çıkar.
Muzaffer Şerif tarafından 1935 yılında yürütülen Otokinetik Etki Deneyi algısal bir etki olan Otokinetik etkiden faydalanarak grup içi sosyal normların oluşumunun incelendiği bir araştırmadır. Otokinetik etki, karanlık veya uyaranlardan yoksun bir arka planda sabit bir ışığın hareket ediyor gibi algılandığı bir görsel algı yanılsamasıdır. Bu nedenle, herhangi bir algı dayanağı olmayan belirsiz durumlarda grup normu oluşumunu araştırmak için otokinetik etkinin kullanılması uygun görülmüştür. Deney, aynı zamanda belirsizlik durumunda bireyin tek başına ve grup içinde belirlediği normların karşılaştırılması da amaçlanmıştır.
Deneyde iki koşul bulunmaktadır: Deneğin tek başına olduğu bireysel deney koşulu ve Deneğin grup içinde olduğu grup deneyi koşulu. Bu koşullar farklı iki şekilde değişimlenmiştir. Deneklerin bir kısmı önce tek başına daha sonra grup içerisinde test edilmiştir. Bu durum bireyin kendi normunu belirledikten sonra grubun bu norm üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla oluşturulmuştur. Diğer denekler ise önce tanımadıkları bir grup ile daha sonra bireysel olarak deneye alınmıştır. Bu durumun amacı ise, grupla oluşturulan normun kişi tek başına iken sürekliliğini incelemektir.
Bu deney neticesinde fiziksel bir gerçekliğin bile sosyal baskı/mahalle uyumu zoruyla başkalaştığını, en basitinden en mühim meselelere kadar kişilerin kendi özgür iradelerinden ziyade grup /mahalle baskısında kalarak ‘hakikatin’ kendisinden ziyade içinde yer aldığı grubun ‘hakikati’ nasıl gördüğüyle ilgilenmişlerdir. Kişisel sorumluluk bilinci, ‘kendince düşünmek’ ten öte, ‘vicdan ve aklını’ grup kanaatine havale ve teslim etmek şeklinde sonuçlar üretmiştir. Bu bağlamda uyma ile başlayan, kendi hakikatine yabancılaşma süreci grup içi rekabeti de dikkate alarak aşırı/marjinal uyma biçimleri ortaya çıkmakta, bu tutum vicdan ve empati yaralanmalarına sebep olmaktadır. Bireyin doğumundan ölümüne kadar olan süreçte, topluma uyum göstermesini sağlayan toplumsal norm ve değerlerin öğrenilmesidir. Birincil toplumsallaşma genellikle bireyin ilk çevresi olan ailede gerçekleşir. ikincil toplumsallaşma ise bireyin kendi çevresinden uzaklaşıp (örneğin okula gitmek gibi), geniş toplumsal ve kurumsal ilişkiler içine girmesi ile gerçekleşir. Birincil toplumsallaşma bireyin doğumundan erişkin olana kadar geçen zamanı kaplarken, ikincil toplumsallaşma ömür boyu sürer.
Sunuç olarak, toplumsal olarak oluşturulmuş olan kalıp-yargı, gelenek, moda, değer ve ritüellerin o toplum içinde oluşturulduğu ve birey tarafından özümsenmesi ile de bireyin toplumsal olan veya olmayan çeşitli durumlarda tepkilerinin yönünü belirlemede önemli etkenler olabileceğini dile getirmiştir. Kişi kendisi olsa ve başkalarının kendisi olmasını etnosentrik kodlarla mahkum etmese, belki birçok şey daha güzel olacaktır.
Bence, gerçekten birçok şey daha güzel olacaktır.
Ya sizce?
Salime Kaman
Kaynakça
PETER BERGER, Bilgi Sosyolojisinde bir Problem Olarak Kimlik
Tercüme: Mehmet Cüneyt Birkök
Muzaffer ŞERİF, (1985), Toplumsal Kuralların Psikolojisi
Tercüme: İsmail Sandıkçıoğlu
Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi
Journal of Research in Education and Teaching
Şubat 2014 Cilt:3 Sayı:1
https://tr.wikipedia.org/wiki/
Bir yanıt yazın