Kendi kültürü ile ilgisi olmayan insan, ülkesinin yabancısıdır.
Ludwig Tieck
Dünya tarihinde, M.Ö.1550 yılında bir kent olan Adania ismiyle tarihte yerini alan ve adı hiç değişmeyen şehrimiz ADANA, Çukurova bölgesinde, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin deltasında verimli sulak arazide kurulu, Antik Kilikya Bölgesi’nin en eski ve en önemli şehirlerinden birisidir. Hititler’den Osmanlı’ya kadar birçok medeniyetlerin beşiğidir.
Daha önce ki yazılarımda da bahsettiğim gibi Adana, adını Yunan mitolojisine göre Gök tanrısı Uranus’un oğlu Adanus ‘dan almıştır.
Adana’ya ait en eski yazılı kayıtlara, Hititlerin Kaya Kitabeleri’nde rastlanmıştır. Boğazköy metinleri olarak bilinen M.Ö. 1650 yıllarına ait Hitit tabletinde, Adana havalisinden Uru Adania yani Adana bölgesi olarak bahsedilir.
İnsanların tarih boyunca kullandıkları göç yollarının en önemlilerinden biri Çukurova’dan geçer.
Çukurova’yı Orta Anadoluya bağlayan Gülek Boğazı için, Büyük İskenderin biyoğrafi yazarlarından biri olan Romalı Curtius Rufus, Gülek boğazın her iki tarafındaki dağların dik ve sarp olması nedeniyle, geçitten dört askerin aynı anda çok zor geçebildiğini yazar. Bunun dışında yüksek yamaçlardaki kar kitlelerinin ve eriyen kar sularının geçişi zorlaştırdığı da belirtilir.
Gülek boğazının sarp kayalıkları üzerinde ki Latince kitabede İmparator Caracalla’nın M.S.217 de geçidi genişletildiği yazılmaktadır. 20. yüzyıl başlarında demir yolu yapımından önce Gülek boğazının genişliğinin 20 metre olduğu yüklü bir devenin zor geçtiği, efsanevi olarakta anlatılır.
Herodot, Ptolemeos, Strabo gibi antik tarih yazarları, günümüz Çukurova’sının ima ettiği Mersin, Tarsus ve Adana çevresinin tarih boyunca önemli olduğunu, yüksek Toros Dağlarının eteklerinde ki bu ovanın, yüksekliği 800-1000 metre olan kalker platolar ile kuşatıldığını belirmişlerdir.
Topraklarının yaklaşık %30’u ormanlık alanlardan oluşan Adana’nın genel bitki örtüsü makiliktir. Ovalık bölgede kültür bitkileri (Meyve ağaçları), daha sonra makilikler (çalı), Toroslar’a doğru kızılçam, karaçam, meşe, sedir ve köknar ağaçlarının oluşturduğu orman alanları vardır.
Adana’da yaklaşık 1.400.000 hektar tarım yapılabilir arazi bulunmaktadır. Kentte küçük atölye ve imalathanelerle başlayan sanayileşme, 1956’da Seyhan Barajı ve hidroelektrik santralı yapımı sonrasında, sanayi kuruluşları artmaya başlamıştır. Günümüzde, Adana bölgesinde tekstil sanayi hariç; bitkisel yağ, çimento, suni elyaf sektörleri önemli yer tutmaktadır. Madencilikte Adana’nın Aladağlar bölgesinde krom, Feke’de demir, Tufanbeyli’de linyit işletilmektedir.
Adana, ovanın tam ortasında ve Seyhan Nehrinin en uygun geçit yerindedir.
Bu bölümde, Çukurova’nın en önemli kenti Adana’da ki yani şehrimizde ki, geçmiş uygarlıklardan günümüze kalan ve insanlık için değer taşıyan eserlerimizi, daha doğrusu tarihi miraslarımızı birlikte ziyaret edelim.
Taşköprü
Adana’daki tarihi yapıların en önemlisidir Taşköprü.
Şehir içinden geçen Seyhan Irmağı üzerinde bulunan ve Romalılar döneminde yapılan bu eser, halen dünyada kullanılmaya devam edilen en eski köprüdür.
İlk köprünün, M.Ö.1551 yılında, Hititler tarafından suya dayanıklı sedir ağaçlarından yapıldığı savaş kayıtlarında söz edilmiştir.
İlk Taş köprünün, M.Ö.I. yüzyılda yapılmış ancak bu köprü şiddetli sel sularına dayanamadığı için yıkılmıştır. İkinci Taş köprü M.S.120 ve M.S.135 arasında Romalı İmparator Hadrianus tarafından yapılmıştır.
İmparator Hadrianus, Çukurova bölgesine önem vermiş ve burasını önemli bir ticaret merkezi haline getirmiştir. Ancak köprü sel sularına karşı dayanıklılık gösterilemediği için yıkılmıştır. Üçüncü Taş köprü, bu günkü şekliyle M.S.390 da yine Romalılar tarafından demir kullanılarak kemerler üzerinde, Mimar, Oksentiyus tarafından yapılmıştır.
Evliya Çelebi Taşköprü’nün 5 tanesi küçük toplam 21 gözlü oldunu anlatır ancak 20.yyıl başlarında köprü 19 bugün ise 14 gözlüdür. Köprü 10 metre genişliğinde ve 300 metre uzunluğundadır ve çeşitli dönemlerde onarım görmüştür.
Köprünün kuzeybatısında şehrin savunmasını sağlayan bir kalenin kapı kalıntıları vardır. Bu bölgeye halen Kale Kapısı denilmektedir.
Büyük Saat:
Kentin önemli sembolü haline gelen Büyük Saat Kulesi, şair ve Adana Valisi olan Ziya Paşa tarafından 1881 yılında temelleri atılmış, ancak 1882 yılında Dönemin Valisi Abidin Paşa zamanında tamamlanmıştır. Saat kulesi, 32m. yükseklikte, 8m. genişlikte kesme taştan yapılmıştır ve kare prizma şeklindedir. Kuledeki saate 110 basamaklı merdiven kullanılarak çıkılmaktadır.
Yağ Camii:
Büyük bir cami, medrese ve imaret( yoksullara yardım amacıyla oluşturulan hayır kurumları) ile birlikte külliye olarak Piri Paşa tarafından kurulmuştur. Eski Cami olarak anılan yapıt, önünde yağ pazarı kurulduğu için Yağ Cami adını almıştır.
Evliya Çelebi Eski Cami’nin, kayda geçirdiği avlu kapısı üzerinde ki kitabeden öğrendiğine göre daha önceleri buranın kilise olduğunu yazmıştır.
1501 yılında, Ramazanoğlu Halil Bey tarafından Kiliseden camiiye çevrilmiş yapıta, daha sonra medrese de ilave edilmiştir.
Ulu Camii Külliyesi:
Ulu camii, 1508 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından yapımına başlanmıştır. 1541 yılında Piri Reis tarafından tamamlanmış ve ibadete açılmıştır. Siyah ve beyaz mermerin birlikte kullanıldığı bir eser olup, Ulu Camii külliyesi, günümüze camii, türbe, medrese, çeşme, ve Vakıf Sarayı olarak adlandırılan Ramazanoğlu Konağı’ndan oluşur.
Ağca Mescid: 1409 yılında, Selçuklular Döneminde yapılmıştır.
Hasan Ağa Camii: 1558 yılında, Ramazanoğulları tarafından yaptırılmıştır. Ali Dede mahallesindedir.
Mestenzade Camii: 1682 yılında yapılmıştır. Mestanzade Mahallesindedir.
Alemdar Mescidi: 1748 yılında yapılmıştır. 5 Ocak Mahallesindedir.
Şeyhoğlu Camii: 1758 yılında yapılmış olup, Kayalıbağ Mahallesinde bulunur.
Şefika Hatun Camii: Kayalıbağ Mahallesinde olup, 1915 yılında yapılmıştır.
Bebekli Kilise: 1890 yılında yapılmış olup, Tepebağ Mahallesindedir. St. Paul adına yapılmış bir İtalyan Katolik kilisesidir.
Kazancılar Çarşısı: Osmanlı döneminde, esnafın bir araya gelerek oluşturduğu, ağaç ve bakır eşyalar gibi el sanatlarının üretim bölgesidir.
Türkiye’nin ve de Ortadoğu’nun en büyük camisi 1998 yılında hizmete giren Sabancı Merkez Camii, 6 adet 99 metre yüksekliğinde ki minareleriyle uzaktan görünüyor olması nedeniyle şehrin adeta sembolü haline gelmiştir. Cami, 28.500 kişiliktir.
Camii’nin önemli özellikleri vardır.
4 yarım-kubbe 4 halife, 4 büyük kitaba ve 4 mezhebe,
5 kubbe İslam’ın 5 şartına,
6 minare ise imanın 6 şartına denk gelir.
Avlusunda 28 kubbe bulunur ve Kur’an da adı anılan 28 peygambere,
Ana kubbedeki 40 pencere Hz. Muhammed’in peygamber olduğu yaş olan 40’a ve bir günde kılınan 40 rekat namaza karşılık gelir.
Ana kubbe yüksekliği 54 m olup, 54 farzı ifade etmektedir.
Ana kubbe çapı 32 m olup, 32 farza karşılık gelir.
Altı minaredeki 16 şerefe, tarih boyunca kurulmuş 16 Türk devletini simgeler.
99 metre yüksekliğindeki 6 minare ise Allah’ın 99 güzel ismini anmak için yapılmıştır.
Sabancı Merkez Camii, klasik Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmiştir. Genel görünüm olarak Sultanahmet Camii’ne, plan ve iç mekan olarak Selimiye Camii’ne benzer.
Adana’nın geçmişine ışık tutan birbirinden etkileyici tarihi eserlere ev sahipliği yapan Adana Arkeoloji Müzesi, Adana Atatürk Evi (Atatürk 15 Mart 1923’te Adana ziyaretinde burada kalmıştır. Günümüzde müze olarak kullanılan bina, çok sayıda kitap, Atatürk’ün bal mumu heykeli ve Kuva-yi Milliye dönemine ışık tutan bir çok eserler vardır.), Adana Etnografya Müzesi, Misis Mozaik Müzesi Adana’daki başlıca müzelerimizdir.
Adana’nın ortasından geçen Seyhan Nehri kıyıları; park ve yürüyüş parkurları haline getirilmiştir. Sabancı Merkez Camii’nin kuzeyinde kurulan Türkiye’nin en büyük parkı Merkez Park’ıdır. Eski Baraj civarında, Dilberler Sekisi yürüyüş ve dinlenme alanlarına, yine Seyhan Baraj kıyıları, dinlenme mesire yeri olarak dizayn edilmiştir. Atatürk Parkı, Hayal Park, İnönü Parkı, Ulus Parkı başta olmak üzere, şehir merkezinde dinlenme amaçlı birçok park bulunmaktadır.
Tarih ve coğrafya birbirinden kopuk olamaz. Tarih, zaman ile birlikte mekan/yer kavramı ile birlikte gösterme zorunluğu getirir. Mekandan uzaklık haritadan da uzaklaştırır. Tarih yapımı gibi tarihi anlamanın, zaman-mekan-hareket-amaç-değişim-süreç hareketliliği vardır.
Kendi kültürel miraslarımıza ve kültürel yerlerimize ulaşmamız, Alman yazar Ludwig Tieck’in da dediği gibi bölgemize, tarihimize yabancı kalmamak bizim sorumluluk mecburiyetimizdir.
Sevgiyle kalın
Salime Kaman
Bir yanıt yazın