Yine, kafamın içinde çarpışan fikirler arasında kaldım. Kafamda onlarca karşıt fikirler çarpışmaya başladı. Bu kadar kalabalık düşüncelerle başım kocaman oldu sanki! Başımda dayanılmaz bir ağrı. Kalabalık ve yoğun seslerden olacak. Ne yazacağımı bilmiyorum. Kafamda ki tüm düşüncelerim rendelenmiş gibi. Fikirler, kelimeler arasında karıştı ve tam fikirsiz hal aldı. Bunu, fikirlerime yakıştıramadım. Önce zihnimi sakinleştirmeliyim. ‘Ne oluyor? Yavaşla’ dedim. Kafamı topladım birkaç dakika gözlerimi kapattım belki de fikir ruhumu bekledim. Her şey sakinleşti. Sıraya girdiler. Hepside farklı gözlük takmış gibi. Buna sevinmeliydim. Çok farklı gözlüklerle bakmak? Tanrı’mın bir lütfu diyorum kendime. Parmaklarım artık hangi tuşa basacağını biliyordu. Akıl yürütme yoluyla, araştırarak doğrulara ulaşmak istiyorum. Felsefede söylendiği gibi diyalektik(tartışma) yapmak istiyorum. Yazıya aktardıklarımı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Kafamdaki karşıt düşüncelerimle yaptığım tartışma(diyalektik) sonunda da, bir senteze gitmek istiyorum. Bunu birbirimizle yapamıyoruz artık, öyleyse kendimle yapmaya gayret edeceğim. Etimolojik anlamda kendime tartışma zemini hazırlayacağım.’Çokluk’ kelimesinin ilk ortaya çıkışından itibaren parça ya da bileşenlerini analiz ederek tartışacağım kendimle. ‘Çokluk’, ile ortaya çıkan çelişkilerimi dikkate alarak eleştirmek istiyorum. Kendimce yollar arayacağım. Nasıl yollar bunlar? Bazen kuramsal, bazen akıl yürütme yöntemleri ile tartışmalı yollar olacak.
Tartışma(diyalektik) ne zaman ve nasıl hayatımıza girdi? Bizi buna iten neydi?
M.Ö 500-600 yıllarında yaşayan Parmenides isimli filozof tarafında son derece net ve kesin bir biçimde sadece var olan bir şeyin düşünülebileceğini, var olmayan bir şeyin ise düşünülemeyeceğini ileri sürmesiyle hayatımıza girmiştir.. Varlık yani gerçeklik eğer değişirse var olamayan bir şey haline gelir. Varlık, mutlak anlamda ‘bir’dir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez ve o ezelidir, ebedidir. Onda hareket ve değişme yoktur. Gerçek varlık, ‘varoluş’olarak belirtilirken, düşünsel varlık ‘öz’ olarak belirtilmiştir. Bu paradokslarda, çokluğun ve değişimin varlığı diyalektik işleyişi ile ortaya koymuştur. Parmenides’e göre ‘akıl’ bize gerçeği, ‘duyu verileri’ ise sanıyı verir.
Sokrates çarşıda pazarda dolaşarak insanlara doğruları diyalektik yöntemi ile bulmalarını istemiştir. Doğruları buldurma şekline doğurtma demiştir. Gerçeklerin tarifini tartışma yoluyla yapmaya çalışmıştır.
Platon, doğru bilgilere ulaşmak için varsayımları çıkış noktası alarak ilkeye yükselme yöntemlerini tartışarak incelemiştir. İdeaları ve bunların aralarındaki ilişkileri kavramayı sağlayan düşünceye bu sayede ulaşmıştır. Onun için varsayımlar ilke değil dayanak olmuştur.
Descartes, diyalektiği laf kalabalığına benzettiği için tartışmadan kaçınmıştır. Kant içinde diyalektiği ‘yanlış düşünme mantığı’ ve ‘yanlış çıkarımlar öğretisi’ olarak betimlemiş ve olumsuz bir etkinlik olduğunu ifade etmiştir. Ona göre diyalektiğin gerçeklikte yeri yoktur.
Çağdaş diyalektiğin kurucusu Friedrich Hegel’e göre, her şey kendi zıttıyla gelir. Her şey kendiyle çatışır. Hegel’e göre bunların temel yasalarını bulmalıdır. Hegel bu yasaları belirlemeye çalışmış ve düşünceyi maddenin özü kabul etmiştir. Hegel, karşıtların ve çelişiklerin sentezine diyalektik demiştir.
Hareketin temelinde çelişme olduğuna inanan materyalist filozof Karl Marks’a göre temel gerçek, tüm olumsuzluğun bütünüdür. Sistemi anlamak için soyut ilişkileri soyut kavramlarla incelemek ve oradan maddi unsurlara inmek gerekir. Olumsuzluklar (antitezler), tarihi harekete geçiren çelişmedir ve esası sınıf çatışmasıdır. Bu çatışmalar olumsuzluğun olumsuzlanması, yani tez-antitez savaşının bir sentezde son bulmasıyla çözümlenir. Bu çözümün adı da devrimdir. Devrim olması için insanların temel çelişmeyi görmeleri gerekir. Tüm bunları başarmak için de bilime ihtiyaç vardır. Yöntemi de, salt kavramlarla düşünme yöntemidir.
Yazımın başında da belirttiğim ‘çokluk’ kavramını tartışma fikri, beni filozofların içinden geçirerek buralara getirdi. İyi de oldu. Şimdi hepimiz tartışmanın ne kadar önemli olduğunu, doğruyu bulmanın ya da doğruya ulaşmanın, M.Ö. 500 yıllarından itibaren hayatımıza girdiğini, doğrulara ulaşmanın tartışarak sağlandığını bir kez daha akıl yürüterek birlikte anlattık ve anladık.
Bir sonraki yazımda, tıpkı, çağdaş diyalektiğin kurucusu Hegel’in dediği gibi, ‘her şey kendi zıttıyla gelir’. ‘Herşey kendisi ile çatışır’ diyerek, ‘teklik-çokluk’ kavramlarını soyut ilişkilerle, bazan akıl yürüterek bazen kuramsal bazen da soyut kavramlarla anlatmaya çalışacağım.
Sevgi ve saygıyla giydirilmiş, tartışma ile yakaladığımız gerçekli günler dileğiyle.
Salime Kaman
26 Nisan 2014
Bir yanıt yazın