İçinde bulunduğumuz silahlı küreselleşme çağında, demokrasinin hayalini kurar olduk.
Savaş ve demokrasi bir arada olabilir mi? Olamaz tabii ki!
Savaş olan yerde demokrasiler hep bir tarafa konur. Savaşların nitelik kazanmasından söz edilen bir dönemdeyiz. Ne acı! Hepimizi boğuyor bu dönem. Kendi düzenini kuruyor ve hepimize dayatılıyor. Sahip olamadığımız demokrasimiz, güvenliğimiz için önümüze konulan rejimin altında eziliyor daha doğrusu üzerine toprak atılıyor. Diri diri gömülüyor ve onunla birlikte bizde toprak altında yaşam mücadelesi veriyoruz. Dünyayı saran savaşın yarattığı korku ile barışa susadık hepimiz.
Barış içinde yaşanan yollar, insanı demokrasiye götürür ancak. Karşıtı düşünülemez. Küresel düzen bizi güncel sürecin içinden çekti ve kopardı. Bizi yeni düzenin içinde sıkıştırmaya başladı. Böylece yeni bir egemenlik biçimi ortaya çıktı.
Kimileri büyük bir güce sahipken kimileri neredeyse tamamen güçsüz bırakılmaya başlandı. Büyük güçler, sürekli büyümek için kendi gibi düşünmeyi sağlayarak gücünü küreselleştirmektedir.
Peki bunlar gibi düşünmeyenlerin ve tehlike altına giren bölgelerin, ulusların, mevcut küresel düzenin içinde varlığının nasıl sürdürülmesi beklenebilir ki? Tabiki beklenemez. Mevcut küresel düzen, bölgesel, ulusal ve yerel düzeyde yaşayanları da hesaba katmalı, onları var saymalıdır. Savaş bir yönetim değildir sadece bir yönetim aracıdır. Çokluğu yok saymak, düşünülemez. Çokluğu yok saymak, aslında koynunda ne zaman patlayacağını bilmediği bir bomba taşımak gibi bir şeydir. Yeni küresel düzende oluşturulan kontrol mekanizmaları ve kesintisiz çatışmalar kendi ağını örmektedir. Bu ağlar kendi içinde o kadar çok çoğalıyorlar ki. Tıpkı amip gibi mikroskopiktirler.
Ancak, diğer taraftan küreselleşme, ülkeler ve kıtalar boyunca uzanan birçok etkileşimi de sağlıyor. Kurulan işbirliği ve ortaklıkla paylaşımda artıyor. Kendi farklılığımızı korurken kurulan iletişimle birbirimizi keşfetme imkanı da sağlıyor. İletişimde yakalanan çokluk ağı, iyi bir bakışla, tüm farklılıklarıyla özgürce ifade edildiğinde ortaya genişlemiş, gelişmiş ortak çalışma ve ortak yaşam da yaratılmış yeni ağlar kurarken bu çeşitlilikle, çokluk tekliğe indirgenmiş olabilir. Özdeşlik sağlanır. Farklı dünya görüşü ve yaşam tarzları farklı arzular, farklı emekler, farklı kültürler, farklı etnik kökenler, farklı cinsiyet ve cinsellikler çokluktur. Yani bu çokluklar, tekil farklılıkların çokluğudur. Kitleler, içinde farklı tipler barındırır. Tekilliğe yada özdeşliğe indirilemeyeceği için halk kavramıyla zıttır. Kitlelerin özü farksızlıktır. Tüm farklar kitlelerin içinde hapsedilip yok olur. Kitleler türdeşdir, ayrımsızdır. Kitleler birlikte hareket ederler. Renkler indirgenir ve tek renge döner. Çoklukta ise toplumsal farklar korunur. Çokluk, çok renklidir. Çokluk toplumsal çoklukta ortak hareket etmek zordur. Toplumsal çokluğun içsel farkları korunurken iletişimin kurulması da zorlaştırılır. Çokluk kapsayıcı bir kavram ise, potansiyel olarakta, toplumsal üretime katılan tüm figürlerden oluşur. Çokluğun günümüz demokrasisine en önemli katkısı, ekonomik ve siyasal yönüdür.Bu demokratik eğilimin ilk ipuçları, modern direniş biçimlerinde demokratikleşen örgütlenme biçimlerinde bulunur.
Bugün demokrasi, küresel düzeyde büyüyen bir talep olmuştur. Dünyanın her yerinde ki mücadelenin ortak noktası demokrasi özlemidir.
Her hareket arzu edileni gerçekleştiremez ancak bu taleplerin içerdiği gücüde küçümsememek gerekir.
Demokrasi ortamında sevgiyle kalmamız dileğiyle.
Salime Kaman
07.05.2014
ANTİTEZLER
Posted on
Bir yanıt yazın