Sinop’ ta, Türkiye’nin en kuzey ucunda resim sergisi açma fikri benim gibi tüm ressam arkadaşlarımı da heyecanlandırmıştı. Kolay kolay herkese nasip olmayabilir bu heyecanı yaşamak. Hem de Atatürk’ün Sinop’a geldiği gün.
Tüm Sinop ve Sinoplular’ın heyecanla özlemle beklediği bir gün de. Bu özel günü sadece Sinoplu’lar değil, Sinop’ta bekliyor hiç kuşkusuz. Çünkü Sinoplu’ları bu kadar mutlu, huzurlu, sevecen, güleryüzlü kılan da; doğal güzellikleri ve kendilerini sarmalayan tarihi kültürel zenginlikler ve bu güzelliklerle beslenmeleri olmalı. Sinop’un, kalesi, İnceburnu, Hamsaroz’u, Akliman’ı, Karakum’u, camileri, türbeleri, medresesi, gölleri, dereleri, mağraları, şelaleleri…
Neresine bakarsanız bakın farklı yüzyıllara ait örnekler görebiliyorsunuz. Arkeoloji müzesinde bunların bir kısmı çok güzel anlatımlarla sergilenmiş. Gördüklerim ancak bir kısmı. Anadolu’nun binlerce yıllık kültürel hazinelerinin farkında olamıyoruz bir türlü. Anadolu Uygarlıkları’ nın mirasçısı bir başka ülke olsa, dünya uygarlığının başlangıç yeri kabul edilir ve turizm ile zengin olurdu. Osmanlı döneminde, Batılılar’a verilen kazı izinleri sayesinde, kaçak kazılarla tarihimiz ve tarihi eserlerimiz yağmalatılmıştır. Üzülerek öğrendim ki, Anadolu’ dan kaçırılıp çalınan ve yurt dışındaki müzeleri dolduran eser sayısı 80.000 dir.
Ne acı değil mi?
Yurt dışına kaçırılıp hala oradaki resmi ve özel müzelerde sergilenen eserlerimiz Avrupa devletlerine, Amerika’ya kültürel hazine olmuş. Bunları görmek için, milyonlarca kişi büyük paralar vererek ziyaret etmektedir. (Üzülerek yazıyorum ama, bunlardan biri de benim.)
Erfelek Şelalesi, doğanın eşsiz harmonisi, yaklaşan sonbaharın rengini bazı yerlerinde içinde saklayarak bazı yerlerinde kısmen gösteren huzurlu bir şelale. Hava yağmurlu. Şemsiyelerimiz yok. Yol üzerinden aldığımız naylon torbaların altında korunmaya çalışarak şelalenin giriş kısmını gezmeye başlıyoruz küçük adımlarla. Şelale ve yağmurun birlikte yarattığı senfoniyi eşsiz manzara eşliğinde, içime dolduruyorum derin derin nefes alarak. Anı yanımda götürmek için, onlarca karelere sıkıştırarak belgeliyorum.
Bir fırsatını bulup, Balatlar Kilisesi’ni, ziyaret ediyorum. Kilisede kazı çalışmaları hala devam ediyor. Şapelin tonozla örtülü yarısı sağlam ve yer yer boyalı freskler de görülmekte. Diğer kısımlar ise açıkta. Roma dönemine kadar uzandığı varsayılan, varsayılan diyorum henüz çalışmalar ve dönemi netleşmemiş. Toplu mezarlar, değişik lahitler çıkartılmış. Sinop mutlaka birgün, bu zenginlikleri ile turizmin göz bebeği olacaktır. İnanıyorum.
15 Eylül 2014 Saat 14.00. te Atatürk’ün Sinop’a gelişini simgeleyen balıkçı teknesini İskele Meydanı’nda törenle karşıladık. Şehir bandosu çalıyor. Gökyüzünde bir uçak. Gösteri yapıyor. Bayrağımız ve Atatürk’ün resmi. Ülkemizin bağımsızlığını simgeleyen bayrağımız. Kıpkırmızı ay-yıldızlı bayrağımız Sinop semalarında dalgalanırken, şehitlerimizi gazilerimizi de görüyorum sanki. Duygalarım dorukta. Gözyaşlarımı tutamıyorum. İskeleye yanaşan balıkçı teknesinden, gençlerimiz ve ellerinde 86 yıl önce Atatürk’ün Sinop’a geldiğinde çekilmiş fotoğrafı. Gençlerimiz zeybek oynuyor. Yıllardan beri ilk kez böyle çoşkulu bir tören izliyorum. Teşekkürler Sinop. İyi ki burdayız.
15 Eylül 1928 tarihinde harf inkılabını Sinop’tan başlatan Mustafa Kemal Atatürk, bugünkü M. Akif Ersoy İlköğretim Okulunda, alfabemizi kara tahtaya yazarak halka göstermiştir.
G.S.B. Resim Derneği üyesi 12 ressam arkadaşımızla birlikte 30 resimle hazırladığımız resim sergimiz, aynı gün saat 18.00 te Mimarlar odasında açılıyor. Açılışı Belediye Başkanı Baki Ergül yapıyor. İnşaat Mühendisi ve Sinop’lu. Hizmet adamı. DSİ de çalışmış emekli olmuş, birikimlerini Sinop şehrine aktarmak için gönüllü, emekçi bir başkan.
Ne mutlu size, Sinop ve Sinoplu’lar!..
17 Eylül 2014; Ayancık’ta da resim sergisi açılışı için münibüsle yola çıkıyoruz. Sinop- Ayancık arası 59 km mesafe de yaklaşık 1,5 saat. Ayancık’tayız. Ayancık Kültür Evi’nde 30 resimle, aynı gün akşam 17.00 de açılacak sergi için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Katılım muhteşem. Açılışımızı Ayancık Kaymakamı Suat Yıldız yapıyor. İlçe yöneticileri ve halkı, sanata ilgili, sıcak kısaca tam bir sanat sever. Teşekkürler Ayancık.
Ayancık, sakin, sessiz, yemyeşil ve masmavi bir sahil kasabası. Tertemiz havası, sahilde sıra sıra çay bahçeleri, çakıl taşlı plajları, motelleri ve severek gezdiğimiz sevimli çarşısı, panayırı ve çok güzel pazar yeri.
İnaltı mağarası’na gitmek için ertesi gün yola çıkıyoruz. Ayancık ilçesine 35 km. uzaklıkta, 1070 metre yükseklikte. İnaltı köyü yakınındadır. Ulaşım: toprak, ancak manzaralı bir yoldan gidiyoruz. Köye uzaklık, yaklaşık 400-500 metre olup, dik bir yol. Mağaraya taş merdivenlerle çıkıyoruz. Merdivenlerde ahşap korkuluklar ve ara yerlerde dinlenme için oturma yerleri var. Mağara, geniş ve yüksek bir girişle başlıyor. Sırtınızı mağraya döndüğünüzde, ağaç denizinden gözlerimi alamıyorum. Ağaçlar çok büyük ve sık. Ağaç türleri, köknar, çam, kayın, gürgen, meşe, ıhlamur, çınar, kavak ve kestane olduğunu öğreniyorum. Mağaranın yaklaşık 300-400 metresi geniş ve yüksek. İnaltı mağarası yatay uzanımlı fosil bir mağaradır. Mağaranın giriş salon boyu 125 metre, genişliği: 7-13metre, yüksekliği ise; 6-22 metre arasında düzgün bir galeriye açılıyor. Bu galeri mağaranın en geniş ve en kuru bölümüdür. Tabanı toprak, mooloz ve örtü damlataşları ile kaplıdır. Buradan sonra mağara daralmaya başlar. Büyük bir tünel şeklinde devam ediyor. İlk 300-400 metrelik bölümde; mağara oluşumları açısından, duvarlarda travertenler ile, yer yer küçüklü-büyüklü sarkıtlar bulunmakta. Mağaranın toplam uzunluğu: 658 metre. Ancak: 300 metresi turizme açıktır. 300metreden sonrası, sulu ve çamurlu olduğu için ziyarete kapalıdır. İnaltı mağarası 75 milyon yaşında genç bir mağra olduğu tesbit edilmiştir.
Mağara halkın ziyaretine açıktır. Mağara içi aydınlatması, yürüyüş merdivenleri, giriş kapısı ve mağara önü çevre düzenlemesi çalışmaları halen devam etmektedir. İnaltı mağarasından ayrılırken hiç konuşmuyorum. Gördüklerimi, hissettiklerimi belleğimde demlenmeye bırakıyorum. Düşünüyorum. Ben buraları çok sevdim, çocuklarım, eşim, tanıdıklarım, dostlarım herkes bu güzellikleri görmeli diyorum kendime. Düşüncelerimden silkeleniyorum. Minibüsümüz duruyor. Akgöl Orman Müdürlüğü tesislerindeyiz. 2-3 Dönümlük bir göl. Tüm yansımalarla, ışık gölge ile çevresini kendinde barındıran bir su birikintisi. Tıpkı bir sıvı ayna gibi. Akgölü belgelemek isteyen arkadaşlarımın çoğu gibi bende sıvı aynayı, ‘Akgölü’ kullandım. Onbinin üzerinde bitki çeşidine sahip olan Akgöl yaylası botanic çalışmalarına iyi bir laboratuar olmuş.
Ayancık’ta şehir mimarisi 1. Dünya savaşı öncesi bölgede yaşayan Rumlar ve daha sonraları bölgede kereste fabrikasını kuran Belçikalılar’dan etkilenmiş. Sahil kesiminde gördüğümüz ahşap evler Belçikalıların mimari tarzından etkilenerek yapılan evler, iki katlı içten merdivenli ve bahçeli evler. Yakın tarihte belediye, dış çephelerin restorasyonunu yapmış.
19 Eylül 2014 Cuma. Gaziler Günü. Hava yağışlı. Öğretmen evindeyiz. Gazilerimiz için hazırlanan proğrama katılıyoruz. Gazilerimizi tanıyoruz. Yine heyecan dorukta. Zarf içinde onlara bir hediye veriliyor. Bilmiyoruz. Dernek başkanımız Nazan Akpınar da bir gazimize hediyesini veriyor. Bize bu anlamlı günün öz de bir parçası olduğumuz hissettiriliyor. Teşekkür ederiz değerli Kaymakanımız. Size ve sizin gibi düşünen ülke yöneticilerine minnettarız. Allah yolunuzu açık etsin.
Sinop ve Ayancık da sergi açtığımız için, burada değerli insanlarla tanıştığım için çok mutluyum. Sizlerle aynı dili konuştuğumuz için, sizlerle kimyamız tuttuğu için çok mutluyum.
‘Anadolunun En Kuzey Ucunda’ resim sergimizin mimarı ve bize yaşadığı coğrafyayı tanıtan ve bu güzel coğrafya da yaşayan güleryüzlü insanlarla tanıştıran ve ağırlayan ve/veya yardımcı olan Ayancık’ın haftalık yerel bağımsız siyasi gazetesi Doğuş’un, eğitimci yazarı Erdoğan Erkaymaz’a teşekkür ediyorum.
Yazımı; bir düşünürün şu felsefi sözleri ile bitirmek istiyorum. ‘Örümcek, işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da peteğini yapmada pek çok mimarı utandırır. Ne var ki, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın, yapısını gerçekte kurmadan önce, onu hayalinde kurabilmesidir. ‘
Yani, ‘İnsan emeği kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne sıkıca bağlıdır.’
Hayallerimizin bitmemesi dileğiyle.
Salime Kaman
24.Eylül.2014
Bir yanıt yazın