Bir şeyler oluyor yine içimde. Yazmak için kelimeleri bulamıyorum. Çabalıyorum. Bazen üzüntüyü, bazen sevinci, bazen sevgiyi, bazen kızgınlığı… İnsana ait her türlü duyguyu ve düşünceyi anlatacak kelimelerim yok oldu sanki. Yıllardır, insanların hayatın başlangıcından beri renkler ile bezenmiş bir evrende varlığını sürdürdüğüne inanıyordum. Artık inanmıyorum.
Hepimiz, çoğunlukla aynı denize mavi diyoruz, aynı buluta beyaz demekten de geri kalmıyoruz.
Acaba ortak renkler üzerinden konuşuyorken, bunları gündelik sohbetlerimizde ya da iş hayatımızın bir parçası olarak kullanıyorken, her birimiz dünyayı bir diğerinden farklı görüyor olabilir miyiz?
Görmek, varlık ve dünya ile yeni bir bağlılık kurmaksa eğer, böylesi bir görme, yeni bir dünya bağlılığını göstermez mi?
Kendi görme ve düşünme mantığıma uyarak, yaratma eylemimi gerçekleştirmek istiyorum hem yazılarımda hem de resimlerimde. Her şeyle içsel bağlantı kuruyorum. Anlamı kendimce anlatırken bütünlüğe gitmek istiyorum. Her taraf paramparça artık. Parçalara ayırmak istemiyorum. Dünyaya farklı gözlerle baksak bile, parçaları toplamak istiyorum. Aynı renk aralıklarımız içinde/dışında da olsa huzur bulalım artık. Aynı şartlar aynı renkler içinde olup da mutsuz olan insanlar o kadar çok ki! Hiçbir tutarlı derinlik duygusu kalmadı artık.
Aslında renklerin evrenselliği sadece birer isimden ibarettir. Yaşadığımız hayatlar aslında öylesine şaşırtıcı derecede öznel ki belki de, bu yüzden ruh hallerimiz aynı şartlar altında bile örtüşmüyor. Dünyaya ister istemez farklı gözlerden bakıyoruz. En iyi dostluklar, en güzel aşklar da renkleri birbirine kaçınılmaz bir uyum sağlayan, aynı cisimlerde aynı renkleri bulan ve aynı renk aralıkları içinde huzur bulan, ağlayan, karamsarlaşan, gülümseyen ruhların karşılaşmasıyla ortaya çıkmıyor mu?
Teknolojik gelişmeler bize bir insanın gözünden dünyayı görme şansısını verse bile tanımadığımız bir kişinin dünyayı nasıl gördüğünü, onun renkleri bizim gözlerimizden içeri süzüldüğü andan itibaren yine bizim renklerimize dönüşmüş olacaktır şüphesiz.
Burada bahsetmek istediğim, somut renklerden tamamen bağımsız, zihinde var olup, varlığını zihinde sonlandıran, bazen çağrışımlarla örülmüş şekillerle süslenebilen bir renk olgusudur.
Zihnin faal olarak iş yaptığı, bilinçaltından beslenen süregelişlerle işini devam ettirdiği durumlarda, kelimelerin renklerini deneyimleriz. Edebi okumalar, felsefi düşünüşler, hayal kurmalar, sembolik algılamalar, düşsel kurgulamalar, şiiri duyuş, sıradan olan yaşantıyla ilgili değil, psikolojik anlamda içselleşir ve kendi dilini oluşturur. ‘Bir şeyler oluyor yine içimde’ derken belkide kendi dilimi oluşturarak yaratmaya çalıştığım renklerdir. Jean Piaget (1896-1980) yılları arasında yaşamış olan İsviçreli psikologun dediği gibi, bu değişimime, sanatta dil gelişimi, algı gelişimi, kavramsal gelişim ve yaratıcılık kavramlarında yaşadığım değişimler de etkili olmuştur diyebilirim.
Bazı kelimelerin rengi çoğu insanda birbirine yakın karşılıklar alırken bazılarıysa kültürden-kültüre hatta daha da öte, en yakın iki kişiden diğerine geçildiğinde bile değişim gösterir. Genellikle değişim, soyut ve somut kavramların dildeki karşılıkları arasındaki evrensellik ayrımıdır. Kendi kendimize rengin idrakını kabullenme süreci yaşamadığımız zaman, sadece o renk belirir ve bir iz bırakmadan yok olur gider.
Ancak dış dünyanın görselliği kadar tepki yaratmaz, durup düşündüğümüzde hangi kelimenin hangi renkte düşselliğini kazandığını anlayabiliriz bence!
Jean Piaget, Lev Semonovich Vygotsky gibi yapılandırmacı teoristler, çöküş içindeki yapılandırmacı kuramlarını öğretim teorileri, problem çözme ve kritik düşünme için önerilen bir metot haline getirmeyi başarmışlardır. Onlar bireysel olarak kendi bilgileri ile eski bilgileri harmanlayarak yeni durumlara adapte etmişler. Bu öğrenme metodu toplumun sosyo – kültürel yapısını etkileyerek ve diğer yapılarla etkileşimini sağlamıştır. Lev Semonovich Vygotsky’in ((1896 — 1934) tarihleri arasında yaşamış, marksist temelli toplumsal etkileşim ve kişisel gelişimi vurgulayan psikoloji üzerine yazılar yazmış Rus psikologudur.) Lev Semonovich Vgotsky bilişsel gelişim hakkında ki en önemli fikri, ‘içselleştirilme’, ‘gelişmeye açık alan’, ve ‘yapı iskelesi’ kavramlarıdır. Onlar için, keşif ve deney de önemlidir. Doğru yolu bulma da, temel güçü sağlayan düşünmedir.
Düşünüyorum. Aklımın denetiminde, düşünüyorum. Hem de çok. Bu düşüncelerimi içsel gerçeğim ile yansıtmaya çabalıyorum. Yine keşfe çıkma zamanı. Keşfetmeyi seviyorum. Her seferinde bulduklarım beni de şaşırtıyor. Kendime özgü/öznel görüşümle keşfediyorum ve deneyliyorum.
Toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, yaşlıların, işçilerin, eziyet edilen gençlerin yanında yer almak istiyorum. Akılcı tutuma karşı tavır alan güçlerin kendi düşsel dünyasında boğulmalarını görünceye kadar duygusal tepkilerimi sürdüreceğim. Bu sefer, çizgilerimle ve renklerimle duygularımı yansıtmayı kendime önemli bir görev olarak yüklüyorum.
sevgiyle kalın.
Salime Kaman
27.02.2015
Bir yanıt yazın