Erwin Panofsky’nin ikonografik ve ikonolojik sanat eleştirisi yöntemi esas alınarak İbrahim Çallı’nın Kurtuluş Savaşı serisi Şişli Atölyesi eserlerine örnek olan Zeybekler adlı eserini; siz okurlarımdan gelen yoğun talepler nedeniyle akademik olarak sizler için inceliyorum.
Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’nde yer alan eserlerden biri de, İbrahim Çallı’nın ‘Zeybekler’ adlı tablosudur. Atatürk’ün ilk haline ‘Kurtuluş Savaşı’nda biz ekmek bulamıyorduk, bu at nasıl böyle semirmiş’ diye tepki gösterdiği tablo, Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’nde 5 bin eser arasında yer almaktadır.
Osman Hamdi’nin asistanı da olan İbrahim Çallı, Atatürk’ün isteği üzerine Etnoğrafya Müzesi’nde bir sergi açar. İbrahim Çallı’nın bu sergisinde ‘Zeybekler’ tablosu da vardır. Sergiyi ziyaret eden Atatürk, sergide ‘Zeybekler’ tablosunu görünce, Çallı’ya döner ve ‘Biz Kurtuluş Savaşı’nda yemeye ekmek bulamıyorduk, senin resmindeki at nasıl semirmiş böyle?’ diye sorar. İbrahim Çallı malzemelerini alır ve tablosundaki atı bir deri bir kemik haline getirerek savaş günlerinin etkilerini göstermeye çalışır.
Türk resim sanatı 1914 yılından sonra yeni bir niteliğe bürünmüş, çağdaş eğilimlere giden yollar açmıştır. 19. yüzyılın ortalarında gelişmeye başlayan Batı anlayışı ve tekniğine uygun Türk resim sanatına, gelişen bütün bu olayların çağdaşlaşma yolunda büyük etkisinin olduğu bilinmektedir.
1914 kuşağı sanatçıları, çağdaş Türk resim tarihi içinde Şişli Atölyesi olarak bilinen ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın isteği ile Viyana ve Berlin Sergileri için konusu savaş ve kahramanlık olan resimler yaptırmak amacıyla Şişli’de açılan atölyede de çalışmışlardır. Cumhuriyet döneminde de etkinlikleri süren bu sanatçılar, toplumsal konulu eserler yanında Atatürk ve devrimlere bağlılığı konu alan resimler de yapmışlardır. İbrahim Çallı’nın Zeybekler eseri de Şişli atölyesinde yaptığı eserlerinden biridir. İbrahim Çallı’nın bu eserinde yapacağım görsel çözümlemede, eserin; biçimi, kompozisyon kurgusu, konusu ve içeriği, sanatçının üslubu, kullanılan simgeler, yapıldığı dönemin sanat hareketleri ve toplumun değerleri ele alınarak, özellikle sanat eğitiminde eserlerin incelenmesinde kullanılan bir yöntem olan Panofsky’nin ikonografik ve ikonolojik çözümleme yöntemini vurgulayarak anlatmaya çalışacağım.
Günümüz sanat eğitiminde sanat eleştirisi, sanat tarihi, estetik ve sanatsal uygulamalar olmak üzere dört disiplin yer almaktadır. İyi bir sanat eğitiminin ancak bu dört disipline dayalı bir eğitimle olur. Etkili bir sanat eğitimi için bireyin sanat yapıtına sadece eleştirel yaklaşımı, gerekli değer birikimi ve becerisi yeterli değildir. Bireyin her dört alanda eleştirel, kültürel, uygulamalı ve estetik boyutlarda yeterli bilgi ve deneyimi kazanması gerekir. Sanat eleştirisi , sanatın sanat bilimi çerçevesi içinde ve daha çok çağdaş sanat yaratıları üzerinde durularak yargılanma ve değerlendirilmesidir. Dört disiplinden biri olan sanat eleştirisinin amacı; bireye bir sanat eserine nasıl bakacağını ve onu nasıl anlamlandıracağını anlatır. Sanat eleştirisinin, tarihsel, sosyolojik, marksist, popüler, akademik gibi türleri vardır.
İkonografik ve ikonolojik yöntem, akademik eleştiri içinde değerlendirilse de tarihsel ve sosyolojik eleştiri ile yakından ilgilidir. Bu yöntemde önemli olan, eserle yüz yüze gelindiğinde biçim (form) çözümlemesinin ötesine geçip eserin konu, dönem, ifade ve anlam derinliklerine inebilmek, onu farklı bakış açılarıyla sorgulayıp yorumlayabilmektir.
Bende İkonografik ve ikonolojik yöntemle konuyu ele alacağım. Panofsky, ikonografik ve ikonolojik sanat eleştirisi yöntemi ile Wölfflin’in sanat yapıtının biçemsel çözümlemesi için getirdiği beş karşıt-çift ölçüte karşı, sanat yapıtınıbiçim, konu ve içerik açısından ele alan üç inceleme düzeyi ile çözümler. Bir yapıtta gördüğümüz biçimleri, tanıdığımız nesnelere benzeterek, olgusal anlamıelde ederiz.
Panofsky bu aşamalardan ilkini “ön-ikonografik inceleme” olarak adlandırır. Belirli nesnelere benzetip adlandırdığımız, ardından bu biçimlerin ifade ettiği hareketleri saptayarak eserin ifadesel anlamını elde ederiz. Bir duruş, bir davranış acılı veya sevinçli olabilir, ya da bir çevre bir uzam bizde sakin, hareketli veya kasvetli bir hava uyandırabilir. İşte bunlar ifadesel niteliklerdir. Böylece olgusal ve ifadesel anlamlar, eserin doğal anlamını verir.
Panofsky, ikinci inceleme aşamasını ‘ikonografik tanımlama’ olarak adlandırır. Bu, sanat yapıtında betimlenmiş olan biçimlerle, tema ve kavramlar arasında bir bağ kurulması, imgelerin çözümlenerek öykü ve alegorilerin saptanmasıdır. Panofsky, eserin ilk bakışta kapalı kalan ve gündelik pratik deneyimlerimizle açıklayamadığımız bu anlamına uzlaşmacı anlam demiştir. Bu anlamı bulmak için gündelik pratik deneylerimizin dışına çıkmak ve onları başka bilgilerle tamamlamak gerekir. Genel olarak biçime karşı içerikten söz etmek, uzlaşımsal konu alanını, yani sanatsal motiflerle anlatılan doğal konunun alanına karşıt, imgeler, öyküler ve alegorilerle dile getirilmiş belirli tema ya da kavramlar dünyasını anlamaktır. Dolayısıyla doğru bir ikonografik çözümleme için imgelerin doğru tanımlanması gerekir.
Üçüncü inceleme ise “ikonolojik tanımlama”dır. Panofsky buna sanat yapıtınıniçeriği demiştir. Bu aşamada, sanat yapıtının oluştuğu dönemdeki kültürel nitelikler, sanatçının kişiliği ve bu ortamda doğan yapıtın içerdiği anlamı irdeler. Bir resim eserinin içeriği ya da asıl anlamı, bir ulusun, bir dönemin, bir sınıfın, bir dinsel veya felsefi anlayışın, bir sanatçı kişiliği tarafından irdelenerek ve sanatçının bir eserde yoğunlaşmış temel davranışını belirten temel değerlendirmenin yapılması, insanlığın ulaştığı düşünce ve beğeni aşamasındaki yerinin belirlenmesi, yani gerçek anlamda algılanıp, estetik bir bütünlük içinde yaşanılması, insanın öteki etkinlikleriyle uyum içinde bir ilişkiye sokulması için uygulanan işleme ikonolojik yorumdur. O halde, ikonografi ne kadar çözümlemeye dayanıyorsa yani tümdengelim, ikonoloji de o kadar birleştirme yöntemine yani tümevarıma dayanır. Bir yapıtı oluşturan değerleri görmek, aklın estetik boyutta bir etkinliğidir. İçinde yaşanılan kültür ortamının sunduğu fırsatlarla kazanılan bu deneyim, kendi kendine öğrenilemeyeceği gibi, sanat yapıtını eleştirel bir gözle incelemek, bir anlamda simgeleri estetik anlamda okumak öğretimle gelişir. Ben de bu inceleyi eleştirel bir gözle ve kendimi geliştirmek için yaptığım okumalarımla ve akademik bilgilerimle gerçekleştirmek istiyorum.
YÖNTEM: Burada İbrahim Çallı’nın Zeybekler adlı resmini, Erwin Panofsky’nin ikonografik ve ikonolojik sanat eleştirisi yönteminden faydalanarak inceleyeceğim. Yani daha öncede bahsettiğim, ikonografik ve ikonolojik sanat eleştirisi yöntemi olan, doğal anlam (olgusal, ifadesel anlam), uzlaşmalı anlam (ikincil anlam) veiçsel anlam (içerik) alt başlıklarından meydana gelmiştir.
Doğal anlam: (olgusal, ifadesel anlam): Resmin doğal anlamını değerlendirirsek; esere baktığımızda ilk gördüğümüz ortada bir at ve atın eğerinin kemerini bağlayan bir efe var. Efe, tarihte Batı Anadolu’da özellikle Aydın ve Muğla illeri ile Ödemiş ilçesinde yaşamış, silahlı ve mevcut düzene değişik nedenlerle başkaldırmış olan kişilere verilen isimdir. Efe aynı zamanda günümüzde yiğit, cesur, mert ve sözünün eri olan kişileri tanımlamak için kullanılır. Efe veya zeybek kurumu ilk defa 16.ncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda otorite boşluğundan kaynaklanan Celali Ayaklanmaları sırasında görülür. Daha sonraları yerel baskılar ve haksızlıklara karşı ayaklanarak dağa çıkan kimselere efe veya zeybek denmiştir. Efelerin kendine özgü giysileri ve geleneksel yapıları bu dönemde ortaya çıkmıştır. Resmin sağ tarafında ayakta duran iki efe, birisinin arkası dönük ve yandan yüzü görünüyor. İkinci efenin yüzü bize dönüktür. Sağdaki her iki efe sol tarafta ayakta arka planda duran buldan bezinden yapılmış örtü ile başı ve yüzü kapalı iki kadına bakıyor. Arkası dönük efenin elinde tüfek, belinde fişekliği var. Solda ön planda elinde tüfeği belinde fişekliği sarılı arkası bize dönük oturan bir efe, hemen sol yanında ayakta duran kapalı bir kadın. Oturan efe, ya baş efe yada ailenin büyüğü bir efe, ayakta duran karısı. Geri planda ayakta duran kadınlar sağdaki iki genç efenin yavuklusu görünümdedir.. Tablo da bahar aylarında akşam üstünü anımsatıyor. Gökyüzü bulutlu dağlar mavi, dağın eteğinde bir köy beyaz boyalı kırmızı kiremitli kerpiç evler. Evler Işık perspektifi içinde erimiş gibi. Açık hava resmi. Atın ve figürlerin bastığı zemin de taşlar ve yer yer yeşil otlar var. Tabloda mavi renk hakimdir. Yaygın ışık eserde iyi kullanılmıştır. Işığın, kumaş katlarını ve kıvrımlarını kuvvetlendirdiği de görülmektedir. Eserdeki açık-koyu kontrastlığına paralel olarak gölgelerin mekan üzerinde derinlik etkileri de dikkatleri çekmektedir. Dağlarda katmanlar çok iyi yansıtılmıştır. Eser içeriğindeki plastik öğelerin yatay ve dikey etkileşimi çok iyi dengelenmiştir. Figürlerin ritmi ve ahengi denge duygusunu desteklemektedir. Kompozisyonda, efe giysileri ve dağlardaki koyuluklar, gökyüzü ve kadın figürün beyaz/çizgili örtüleri, beyaz at ve efelerin ayaklarını olduğu yerdeki aydınlıklar, arasında oluşturulan zıtlık içinde efeler ve at, ön plana çıkarılmış ve yapıtın ilgi odağı olmuştur. Bir sanat eserinde plan kavramıyla, yüzeyin bölümlere ayrılması ve elemanlar arasındaki mesafelerin oluşturdukları derinlik alanları arasında bir paralellikten söz edilebilir. Dikey figürler arasındaki yakınlık ve hareket duygusu çok iyi hissettirilmiştir. Sanatçı amaçladığı ifadeyi dolaysız bir biçimde göze aktarmıştır. Kadınlar buldan bezinden yapılmış çizgili peştemal ile baş ve vücudu kapalı, kır serdarı denilen erkekler ise yani Efeler kendi kiyafetleri içinde yansıtılmıştır. Başlarına taktıkları kırmızı fes, fesin altına beyaz renkte el işlemeli bir takke, fesin üstüne, oyalı yemeni sarık gibi sarılmıştır. Efeler, sırtlarına, en alta, yakasız ten gömleği giyer. Bunun etekleri şalvarın içine sokulur. Bunun üzerine zıbın denilen gömlekler giyilir, üzerine camadan denilen ve çuhadan yapılan bir giysi giyilir. Camadan kolsuz olurdu. Camadanın üstüne, kolları kopçalı cepken giyilmiştir. Cepkenin boyu camadandan üç santim kısa olup yakası V kesimlidir. Yüzü bize dönük arkada ayakta duran efenin üzerinde görülmektedir. Belden aşağıya mavi tonlarda çuha kumaştan potur denilen dizleri açıkta bırakan şalvar giyilmiştir. Poturun bacak arası çok geniştir. Bele uçkur takılmıştır. Dizkapaklarından aşağıya, baldırı saran bir tozluk giyilmiştir ve bu tozluklar diz altından ayak bileğine kadar inmiştir. Atın yanında duran efenin üzerinde görüldüğü gibidir. İbrahim Çallı resimde efe kıyafetlerine gerekli özeni göstererek resmetmiştir. Renkler mavi, kahve ve ten rengindedir. İzlenimci bir ressam olan İbrahim Çallı da doğrudan doğruya gerçeği değil, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almış, gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atarak, kişisel yorumunu ön plana çıkartmıştır. İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değiştiği ve her sanatçı eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen eser de, sanatçının kişiliğine dair izler taşır. Bu akıma mensup sanatçılar genellikle hayale ve soyut betimlemelere yer verirler ve kendilerini dış dünyanın etkilerinden uzak tutarlar. Onlara göre dış alemdeki varlık ve nesneler göründükleri gibi değil, hayal güçlerinde canlandırdıkları gibidir. Bu sebepten dolayı da gerçeği göründüğü gibi ele almayıp duygusal yönlendirmelerin eşliğinde eserlerine işlemişlerdir. İbrahim Çallı’nın eserinde resmettiği atın besili olması bulunduğu dönemin yokluğunu hissettirmemeside bundan olabilir. Sanatçı kendi atını besili bakımlı bir şekilde kendi hissettiklerine göre resmetmesinin sebebide izlenimci yaratıcılığındandır diyebiliriz.
Uzlaşmalı anlam (ikincil anlam): Eserin uzlaşmalı anlamını değerlendirirsek; resmin Şişli Atölyesinde yapılması, I.dünya savaşını hatırlatmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda dönen sanatçı, Vallaury’nin yardımcısı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’ne atanmıştır. Müttefik ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen “Şişli Atölyesi” etkinlikleri kapsamında ürettiği çalışmarı Viyana ve İstanbul sergilerine katılmıştır. 1917 yılında altı eseriyle katıldığı İstanbul sergisinde ‘Sanayi-i Nefise Madalyası’ kazanmıştır. 1914 Kuşağı onun adıyla ‘Çallı kuşağı’ olarak anılmıştır. Eserin ikincil anlamı dönemini hatırlatması nedeniyle Türk resim tarihi bakımından önemlidir. Kadınların erkeklerini uğurlaması , gösterdiği saygı, efelerin özünden hiçbir kaybetmeden ülkesini korumak için savaş saflarda yerini almak için hazırlıkları sanatçının kendi duygu yansımasiyle resmedilmiştir. Efeler, Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye’nin işgalinde Yunan kuvvetleriyle karşı karşıya gelmiş ve dağdan inerek Milli Mücadeleye katılmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra hizmetleri nedeniyle kendilerine ordu rütbesi ve İstiklal Madalyası verilen efeler, bu tarihten sonra yasadışı eylemlerini bırakarak tarihteki yerlerini almışlardır. Şişli atölyesinde çalışan ressamlarımızdan Ali Sami Boyar, Ali Cemal Benim, Namık İsmail, Abdülmecid Efendi, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Sami Yetik, Ruhi Arel’i de dönem içinde çalışan ressamlarımız olarak hatırlatmaktadır.
İçsel anlam; içerik: İbrahim Çallı’nın 1917 yılında 74x100cm. ebatlarında Şişli Atölyesinde yaptığı ve şu anda Ankara Resim ve Heykel müzesinde bulunan ‘Zeybekler’ eseri vatan sevgisini, efeleri,Türk ailesini, kadının erkeğine saygısını, savaşa uğurlanma, büyüklere gösterilen saygı, gençlerin büyükleri yanında karısına/ yavuklusuna uzaktan sevgi ile ile bakması, birlik ve beraberlik ruhunu yansıtmaktadır. Dağ köylerinden savaşa katılan 4 efe ve geride dağ köylerinde kendi başlarına bırakılan Türk kadınlarını ve hayat mücadelerini düşündürmektedir.. Resimde dört efenin yolcu edilmesi ve bir atın olmasıda aile portresini yansıtmaktadır. Sanatçı burada Türk toplumunun büyüklerine gösterdiği saygıyı, oturan efenin büyük olduğunu düşündürmektedir. Hazırlanan atın tek olmasıda büyük efenin ata bineceğini aktarmaktadır Yada yoksulluğu, herkesin bir atı olmadığını, atı olmasa dahi savaşa katılmak için efelerin dağ tepe yürüyebileceği resmedilmiştir. İbrahim Çallı savaşın verdiği bütünlük kavramını eyleme dökerek, görsel dilin kelimelerini aramıştır. Klasik/izlenimci bir kimlikle resmederken yerel atmosferin tadını kazandırarak, izlenimci sınırları aşan bir duyarlılığıda yansıtmıştır. Renk parlaklığı ve saydamlığı açık hava ressamlığıdır. İbrahim Çallı her zaman sanatçı kimliğinin özgür ortamlarda geliştiğine inanmıştır.
Resimlerinde önemli ölcüde öznelliğe yaklaşmış olan İbrahim Çallı’ya göre, bir resim izleyicisine huzur, rahatlık ve mutluluk duygusu vermelir. Gerçektende İbrahim Çallı’nın ‘Zeybekler’ isimli eseri bir savaş dönemini yansıtsa da izleyicisine huzur duygusu içinde zamanın atmosferini rahatlıkla aktarmaktadır.
SALİME KAMAN
- 03.2015
Bir yanıt yazın