2017 İlk baharında yine Adana’dayım. Eş-dost ziyaretleri, hatır sormalar, hatır almalar, şehrimi içime doldurduk iyi geliyor bana. Mutluyum.
Bir resim sergisi açılışındayım. Kendi şehrimde resimlere bakmak bir başka. Kucaklayıcı, daha sıcak, herşey derin yapıda… Duvarlar da anlamlı bakıyor izleyenine.
Kişiyi, kendi durumunun ve yaşamının üzerine çıkaran, yaşama kuşbakışı baktıran ne olabilir ki? Soruyorum kendime. Yine, iç monoloğlarıma dönüyorum.
-Tabii ki ‘sanat’.
Hem de doğduğum büyüdüğüm şehirde sanat. Seni besleyen, büyüten şehrinde sanat. İçime çekiyorum bu doğurgan şehri. Gizli kalmış, üstü örtülmüş, yasaklanmış sindirilmiş hatta sürgün yeri görülmüş bir şehir. Aslında bir sanat ve sanatçı şehri, ADANA.
Üzerinde ki örtüyü bir kaldırabilsek!
Sergide bir çok sanatçı ve sanat severle tanıştım, tanıştırıldım.
Tanıştırıldığım biri de Kemal Erdoğan. İletişim bilgilerimizi birbirimize verdik.
Araştırıyorum. Adana da sanatı, sanatçıyı bir arada sistemli bir çatı altında toplamaya çalışan bir kan, bir yaratıcı, bir çarpan, bir inovasyon. Adana’da bulmak isteyeceğimiz sorulara cevap vermek isteyen, şehrinde, şehrimde yani şehrimizde ki belirsizliklerle başa çıkmayı daha iyiyi yaratma konusunda tutkulu biri. Herşeyden önemlisi sanatla-iş hayatının bağını güçlendirmek isteyen biri. Sanata farklı gözle bakan bir göz. Her kurtuluşu sanatta, sanattıçıda arayan bir yaratıcı adam. Dinleyen ve her bakış açısından yararlanmaya çalışan kısacası, inovasyon yetenekleri tırmanan bir akıl.
İnsanların ruhunu besleyen, sinema, müzik, edebiyat, heykel, resim, tiyatro gibi sanat eserlerini halkı ile buluşturmanın peşinde. Adana insanını, işinde, evinde sokakta, caddede, meydanlarda sanatla buluşturmak peşinde.
İçinde yaşadığımız dünyayı anlamada sanat hala asli ve zorunlu mu, yoksa artık gücünü yitirdi mi? sorusuna, başlattığınız bu çalışmalarla, ‘SANATTA, ORTAK AKIL’ dediniz ve Adana’dan tokat gibi cevap verdiniz.
Teşekkürler Kemal Erdoğan.
Kültür ve sanata özgü kimi tanımlamalar vardır ki bunları öğrenmeden hatta özümsenmeden bu alanlara yakınlık duymak olanaksızdır.
Bunu, başaracağınızı biliyorum.
Üç bin yıldır, tanımlanmaya çalışan sanat olgusunu Aristoteles taklit, mimesis olarak, romantik dönemde sanatın bir içe doğma, akıl ve mantığın baskısından uzaklaşma,
Fransız heykeltıraş Rodin’e göre dünyayı anlatmak isteyen düşünce, Freud’a göre gerçekliğin ötesine atılan bir adım yada kişinin yaşam karşısındaki tavrı olarak ifade ederler.
Gombrich, “Sanat adı verilen bir şey yoktur salt sanatçılar vardır derken, Tolstoy, sanat olgusunu insanın her zaman duymuş olduğu bir duyguyu kendinde canlandırdıktan sonra, bu duyguyu başkalarının da aynı duyguyu hissedebilmesi için, devinim, çizgi, renk, ses ya da sözcükler aracılığı ile onlara aktarması olarak yorumlar.
Sanatçı, hayal kurma yetisi olan, bir duygu ve duyarlılık gücü bulunan kişidir. Platon’dan beri “gerçek sanatçı” denildiğinde kastedilen, yeni bir gerçekliğe yaşam veren, insan bilincini genişleten, kendi varlığını ortaya koyan kişidir.
Sanatçı, sorunları çözme becerisi olan ve bu bağlamda sanatı araç olarak kullanandır. Sıradan insanların göremediği gerçekleri ve çelişkileri görme yetisinde olan, yaşam gerçeğine kuşbakışı bakan, sorunlarla incelikle alay edebilen ve bu sorunları çözme becerisine sahip, yaşamı oyun gibi algılayan bir “insan”dır. Sanatçının yaratıcı sanat üreten, sıra dışı özellikleri bulunan, güzelliğe ulaşma çabasında olan, yeni bir gerçekliğe dikkat çeken, doğaya ve Tanrı’ya tanıklık ettiği gibi kendi içsel dünyasını da görebilendir.
Heidegger için sanatçı olmak, dünya içinde varolmaktır.
Ya sizce?
Salime Kaman
Ressam- Sanat Eleştirmeni
20 Nisan 2017
Bir yanıt yazın