Adana’da ne çok şey değişti farkında mısınız?
Geçmişe tümüyle, körü körüne bağlı kalmak, her şeyi hiç değişmeden korumak elbette sağlıklı değil ama ….yitirmeden yapmalıyız bu değişiklikleri.
Ortaya çıkış ve oluşum denilen şey bir süreçtir ve bazan bu süreç kendi içinde onlarca oluşumlar yaşayarak devam eder. Bunun en temel nedeni insanın mükemmele erişmeye olan meyli ve aşkıdır. İnsan birşeyi ne kadar güzel yaparsa yapsın daha güzeli olabilir mi?diye çabalar. Bu artık teknolojinin son noktasıdır. Bu son noktalar zaman zaman hep çaresizlik olmuştur.
Gıpta ettiğimiz bir teknolojik ürünün aradan daha az bir zaman geçmeden unutulduğunu hatta demode olduğunu hepimiz biliriz.
İşte bu insanın ruhunda ve benliğinde bulunan sınırsıza ve mükemmele olan tutkudur. Ancak insan mükemmelin bu olmadığını anlayacak ama o zaman daha yapacak birşeyi kalmayacaktır.
Her yerleşmenin kendi coğrafi konumu, yer altı yapısı, atmosferik koşulları üretimin yapısı vardır.
Kültür ve doğa varlıklarının zenginliği açısından özel bir yere sahip olan şehrimiz de her süreçte insanların birbirlerine karşı sorumlulukları vardır.
Adana, adreslerini yitiriyor.
Kendi kanının vuruşunu, kendi ağ tabakasındaki renk halkalarını dünyanın içine doğru sürdürmek kendi ruhunda ki değişimleri gecenin rüzgarında sallanmaya bırakmak yok olmak gibi!
Çekil git kara plazalar, kara yükseltiler.
İstemiyoruz.
Etrafımda bulut olsun, yağmur olsun, rüzgarın deli şarkısını söylesin bize her gün okaliptüsler. Güvercin çığlıkları gökgürültüsü gibi çarpsın yüzümüze.
Eski günlerin ayını unutamıyorum. Nemli gök kubbemiz üzerinde süzülen ayı, pamuk tarlaları üzerinde ki ayı, kamışlar üzerinde hışırtılayan ayı, dizi dizi yıldızlar içinde Seyhan nehrini kıyısızca akıtan ayı, cennete giden bir kordon gibi hergece yeni baştan görmek heyecan veriyordu. Her gece daha yürekten ve yürekli. Kısaca çok hoştu çok.
Ya şimdi.
Yakıştı mı sana 19 kat, 20 kat Her gelen yıl, gidenle yarışır gibi. Gelecekte yol açacağı sorunları düşünmeden.
Yeryüzü cinleri gibi fütursuzca zamandan da taşıp çoğalıyorlar.
Ya çocuklar. Nasıl bakacaklar bu kara yapılara. Nasıl tutunacaklar dallara, köklere. Nasıl koklayacaklar portakal çiceklerini. Gündüz toplanan gün ışıklarının dışa vurmasını nasıl hissedecekler.
Duygularım, yüreğimi ısıtan güzel yıldızlarım. Besin kaynağım. Yüreğimi üşütmek istemiyorum. Bu topraklarda ısınan yüreğim. Yükselen betonlarla üşüsün istemiyorum.
Bütün çocuklar, atlı karıncalara binmeyi hakeder. Aydınlık, evinin yüksek balkon önlerinde göz kamaştıran öğle ışığında oynamayı hak eder.
Ne mi istiyorum? Çok şey değil istediğim.
Sadece, saf renklerle dolu bir palet istiyorum. Hırslarının kölesi olmuşların, ellerinde ki yüksek toplarla zamanı vurup geçmelerini istemiyorum.
Tıpkı Kuran-ı Kerim İsra Suresi’nde bahsedildiği gibi.
Yazımı, Atatürk’ün Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırdığı Kur’an Meali ve Tefsir’inden okuduğum İsra suresi 80. ayet ile bitirmek istiyorum. «Rabbim, gireceğim yere doğrulukla girmemi sağla, çıkacağım yerden de doğrululukla çıkmamı nasip et ve benim için kendi katından yardım edici bir kuvvet ver.»
Bende tüm insanlar için istiyorum. Hırsların esiri olmadan; yaşamak dileğiyle
Salime Kaman
5 Kasım 2017
Bir yanıt yazın