BÜYÜK ADANA BÖLGESİ-5/ MİSİS
Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile olan bağlarımızı kopartamayız.
Aksine yükselmiş, ilerlemiş, çağdaş bir millet olarak medeniyet düzeyinin de üzerinde yaşayacağız.
Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve
her ulus ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Yazıma, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim ile ilgili sözü ile başlamak istedim. Çünkü dünya emperyalizminin korkusu Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Kurtuluş Savaşı’nın diğer islam dünya devletlerine bir örnek, bir öncü ve kurtarıcı olarak algılanacağıdır. Diğer islam dünya devletleri üzerinde işgalci politikalarının zor olacağını, politikalarının rahat yürüyemeyeceğini biliyorlar ve bu nedenle Atatürk’ü ve yaptığı işleri, karartmaya ve kirletmeye elbirliği çalışıyorlar.
Hedef belli!
Ortadoğu ülkelerinde sadece güçlü bir İsrail devleti yaratırken diğerlerini ateşin içine atmak.
Bu mümkün mü?
Bu topraklar üzerinde birçok medeniyetler yaşamıştır. Atatürk’ün dehası ile bu ülke toprakları onların zulümlerinden kurtarılmıştır.
Yıllarca Çin eğitiminde Atatürk’ün okutulması, Çin’in Atatürk ve düşüncelerini anlamalarındandır. Bunun getirisini de kısa zamanda da almıştır. Hepimiz biliyoruz.
Atatürk fikirlerini anlayan bizler de biliyoruz ki bu toprakları anlamak ve öğrenmek için önce bu topraklarda yaşayan medeniyetleri öğrenmemiz gerekir.
Bu topraklar üzerinde yaşayan tüm kültürleri öğrenme hakkımız da nesnelerde saklıdır. Bu nesneler, her türlü maddi ve tinsel ürünlerdir. Döneminin dokusu, kültürü hakkında ip uçları veren, geçmişten geleceğe armağan niteliği taşıyan ürünler. İşte bunlar sanat eserleridir. Bazen bu sanat eserleri, farklı dilleri, ırkları, kültürleri içerir. Bu eserler, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde, insanın doğal ve toplumsal çevresine, egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümüdür. Bu eserlerle, binyıllar öncesine kadar gidip, yasamları, dinleri, yerleşim şekillerini görebiliriz. Tıpkı Misis Antik kenti sınırları içerisinde yer alan bazilika ( kilise, kral sarayı yada Roma mahkemesi)’ya ait zemin mozaikleri gibi…
Mopsos’un kurduğu söylenilen, gerçekte ise M.Ö.5500’de kurulmuş olan Mopsuhestia-Misis (Yakapınar) kenti , Adana’nın 27 km. doğusundadır. Ceyhan Irmağı’nın sağ tarafındaki büyük höyüğün toprak yığınları altında saklı olan eski Misis; Kalkolitik, Geç Tunç Çağı ve Geç Hitit Devrinde yerleşim yeri olmuştur.
Geç Tunç Çağı’nda farklı evreleriyle kullanılmış tapınağın sağlamlığı ve hiç restore edilmemesiyle Orta Anadolu dahil tüm Türkiyenin en büyük yapısı olma özelliğine sahiptir ve müzeye kazandırılmış 2000 den fazla eser bulunmuştur. Bu eserlerin çoğunun tekstil, kutsal inanışlarla ilgili buluntulardır. Misis höyüğü Çukurovanın tarihine ışık tutacak zenginliklerin ev sahibidir. Stadyum, su kemerleri, tiyatro, kaya mezarları, mozaikleri ile dolu bir höyük. Gün ışığına çıkarılacak her birsantimetrekarelik arkeolojik çalışmalar tarihimiz için çok önemlidir.
Eski adı Mopsuhestia olan ve denizden 30 metre yükseklikte ki Misis de bulunan taş köprü; IV. yüzyılda İmparator Constantinius’un ortanca oğlu Roma İmparatoru II.Flavius Julius Constantinus tarafından yaptırılmıştır ve dokuz gözlüdür. Köprü, Ceyhan nehrinin sol ve sağ parçasında ki yerleşkeleri birbirine bağlamıştır. Daha sonra ki yıllarda Köprü, VI. yüzyılın ortalarında Bizans İmparatoru Justinianus tarafından onarılmıştır. Eski Adana-Halep kervan yolu bu köprünün üzerinden geçmiştir.
Dokuz gözlü olan köprü, kesme taştan yapılmıştır. Günümüzde de iyi durumda olan köprü, kullanılabilir durumdadır. ‘Lokman Hekim’in ölüme çare olan ilaç tarifini Misis taş köprüsünden Ceyhan ırmağına düşürülmesi ve Misis Beyinin derdine derman olan Yılanlı Kale’deki Şahmeran avı Misis efsaneleri içinde yer alır.’
Kilikya’yı Suriye’ye bağlayan antik yolun üzerinde bulunması dolayısıyla hem stratejik ve hem de ulaşım yönünden çok önemli bir yol kavşağındadır. Ancak bu konumundan, son yıllarda kentin birkaç yüz metre kuzeyinden geçen yeni asfalt yolun yapılmasıyla uzaklaşmıştır.
Dünyanın en önemli antik kenti olan Misis, bugün Adana’ya bağlı, Adana-Ceyhan karayolu ve tren hattının içinden geçtiği, Ceyhan nehri kenarında kurulu küçük bir yerleşim bölgesidir.
Suriye’den gelen bir yol, Amanos Dağları’nı aşarak Kanlı Geçit’ten Çukurova’ya, buradan da Misis ve Adana’ya ulaşır.
Antakya’dan Belen Geçidi’ni aşıp İskenderun ve Payas üzerinden gelen diğer bir yol, Misis üzerinden geçerek Tarsus’tan Gülek Boğazı yoluyla İç Anadolu’ya ulaşmaktadır.
Yumurtalık Limanı’ndan başlayan kuzey kervan yolunun ilk başlangıç noktası Misis kentidir. Buradan batıya ayrılan yol Adana’ya ulaşırken, Yılanlı Kale, Tumlu, Anavarza, Sis (Kozan), Feke ve Saimbeyli güzergâhını takip eden kuzey yol, Gezbeli Geçidi’ni aşarak, Boğazköy, Kayseri ve Kapadokya’ya ulaşmaktadır.
Misis’in coğrafi konumu, kervan yolları ile birlikte ona zengin bir tarih içinde stratejik ve ticari önem kazandırmıştır.
Mopsuhestia antik kentinin yayılma alanı üzerinde kurulu bugünkü Misis (Yakapınar) de, yüzyıllar öncesine ait kuzeyde stadyum, güneyde akropol bulunan sayısız mermer sütun başlıkları ve antik yontma taşlar bulunmuştur.
1990 yılında bir evin bahçesinde iki adet yuvarlak ve yazıtlı mezar taşı, başka bir evin bahçesinde de Erken Bizans devri yazıtlı bir sütun başlığı bulunmuştur. Antik kentin kuzeyinde, yeni su deposu ile Adana-Hatay karayolu arasında yapılan bir kaçak kazıda ortaya çıkan sur duvarında yapı malzemesi olarak kullanılmış epigrafık ve arkeolojik taş eserler ortaya çıkmıştır. Bu eserlerde horasan harcı kullanılmıştır. Horasan harçları suya, özellikle deniz suyuna karşı dirençleri oldukça yüksektir. Bu nedenle nem oranının yüksek olduğu deniz kıyısı şehirlerinde Horasan harcı ve sıvası oldukça yaygın olarak kullanılır.
Horasan harcı, çimentonun bulunmasına kadar geçen sürede yapıların inşalarında kullanılan, belli oranlarda kireç, su ve bazı katkı maddelerinin eklenmesiyle üretilen bağlayıcı ve taşıyıcı özelliğe sahip bir malzemedir. Bazı uygulamalarda harcın içerisine kum katılırken, bazılarında ise nohut büyüklüğünde, parçalar halinde tuğla, kiremit kırıkları kullanılır. Üzerlerindeki horasan harcı bulunan kalıntı sur duvarında yapı taşı olarak kullanıldıkları bu eserlerden bazıları halen bulunduğu yer civarındaki evlerin bahçelerinde ve su deposunun yanındadır. Bazı eserlerde, Hatay Müzesi’ndedir. Hatay Müzesi’ne getirilen ve çoğu erkek ya da kadın büstü şeklindeki mezar taşları arasında bulunan bir kadın büstünün alt yarısında güneş tanrısına yakarışla başlayan ve mezarın bir kadına çocukları tarafından yapıldığını, mezara zarar vereceklere beddua eden bir ‘lanetleme yazıtı’ bulunmuştur. Aynı kazıda bulunmuş bir diğer eser ise erkek portresi kabartmalı bir mezar sunağıdır. (Sunaklar, musevilik ve hiristiyanlık dinlerin ayinsel özelliklerini ve ibadet geleneğini öğrenmek açısından önemlidir.) Sunağın yazıtı, ‘Mopsuhetia takvimine göre verilmiş 167 … sayısıyla başlar. Mopsuhestia erası M.Ö. 68- 67 yıllarında başladığından bu yazıt M.S. 99-100 yılına tarihlenmekte olup, IV. Sycthica lejyonunda askerlik görevini tamamlayıp terhis olduktan sonra Mopsuhestia civarında yerleşmiş olduğu anlaşılan Markus lulius Makreinus isimli emekli asker ve karısı lulia Makreina’dan sözedildiği kaydedilmiştir..
Misis; Hitit, Pers, Grek, Roma ve Bizans dönemlerinde İpek Yolu üzerinde önemli bir ulaşım ve ticaret merkezi olmuştur. İlk yerleşimin M.Ö.5500 yılında olduğu bilinen ve M.Ö.2000 yılları ortalarında Hitit İmparatorluğu zamanında gelişen bir kenttir Misis.
M.Ö. 1000 yılın ilk yarısında da Asur egemenliğine, M.Ö 334 yılından itibaren Büyük İskender’in egemenliğine girmiştir. Kilikya Pedias sahilleri boyunca uzanan kervan yolu üzerinde kurulu Misis Antik Kenti, Roma ve Bizans dönemlerinde de önemini korumuştur.
Ovanın ve nehrin olanaklarını çok iyi kullanan Misis kenti, 710 yılında Arapların istilasına uğramış ve 965 yılına kadar Arapların himayesinde kalmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan sonra, Selçuklu Türklerinin eline geçmiştir.
1375 yılında Memlukluların eline geçen Misis, 1516 yılında I. Selim, bölgeyi Osmanlı topraklarına katana kadar Memlukluların elinde kalmıştır.
1671 yılında Misis’i ziyaret eden Evliya Çelebi, kentle birlikte köprü ve handan şu şekilde bahseder. ‘Köprübaşında küçük bir han vardı. Dördüncü Sultan Mehmed Köprülü-Mehmed paşaya emir verip köprübaşında büyük bir han bir de cami yaptırmıştır. Mutfağının gelip geçene nimeti boldur. Bir hamamı, üç yüz kulu, dizdarı vardır. Tüccar veya hacıları yanlarına silahlı kimseler verip diledikleri yere kadar götürürler. Bu hanın dışında yeni yapılmış varoşta 300 ev, 20 kargir dükkân vardır Antik Misis kentinde farklı kültürler yaşamıştır ve her zaman Ceyhan Nehri Misis’in Akdeniz kapısı olmuştur.’
Günümüze taşınan kalıntılar ve yapılan incelemelerde Misis’in etrafının surlarla çevrili olduğu Höyük ve Akropol çevresindeki surların yoğun tahribat nedeniyle yıkıldığı ancak bir kısmı yer yer görünmektedir.
Günümüze ulaşan surların büyük bir bölümünün kare şeklinde düzgün kesme taş ve hafif yontu taşlardan yapıldığı ve duvarlarda moloz taş harç dolgusu kullanıldığı görülür. Bunun yanında yerleşimin doğusunda ve köprüye bakan taraflarında sur duvar parçaları halen görülebilmektedir.
Misis’te 1948 yılından beri sondaj ve kazılar yapan Alman Prof. Dr. H. Theodor Bossert şehri çeviren surların üç ana kapısının olduğunu söyler. ‘Bunlardan Adana Kapısı batıya, Halep Kapısı doğuya açılır. Üçüncüsü, Köprü Kapısı’dır ve iki yanda yüksek duvarları olan bir geçit şeklinde iç kaleye açılır. Bu çalışmalarında yüzeye yakın birçok su kuyusu, sarnıçlar ile Roma, Bizans kalıntılarına da ulaşıldığını’ ifade eder.
Misis Nekropolü (mezarlıkları) genelde kalker kayaçları üzerine kurulmuştur. Kent nekropolünde kalkere oyulmuş oda mezarları vardır. Mezarların çoğu açıkta olup, bunlar arazide görülmektedir. Roma ve Bizans döneminde de yoğunluklu olarak devam etmiştir. Kentte görülen bu kadar kaya mezar arasında günümüze kadar elde tek örnek olarak bulunan mermer Misis Lahti, Adana Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu Lahitlerin Milas ‘Karia’ dan ‘yarı mamul lahit’ olarak getirildiği ve yerel atölyelerde işlendikten sonra kullanıldığı ifade edilir.
1957’deki çalışmalarda. höyükte İslam çağına ait kubbeli, tuğladan büyük bir sarnıç meydana çıkarıldı. Ele seçen Bizans çanak çömleğinde ise figürlü tasvirler bulunur.
Adana, Anavarza, Sis (Kozan). Kastabala ve Ayas (Yumurtalık) yollarının üzerinde olması, konaklama ve depolama mekânlarına sahip olması nedeniyle, kente uzak diyarlardan farklı kültürlerin taşınabilir mallarının getirilip, depolanıp ve dağıtılmasını sağlamıştır.
Çukurova asırlar boyu coğrafi özellikleri ile devletlerin, insanların özlemle baktıkları önemli bir yer olmuştur. Verimli toprakları, kaynakları, ulaşım yolları ile büyük bir değerdir. Ancak son yıllarda, betonlaşma yoğunluğu nedeni ile verimli topraklarımız yok olmaktadır. Buda çok acıdır.
Özellikle Çukurova’da yaşayanlar, Çukurova’nın, Misis (Mopsuestia), Adana (Adania), Tarsus (Tarşa), Kozan (Sis), Yumurtalık (Aegea/Ayas) ve Karataş (Magarsos), Taşucu (Holmoi), Kızkalesi (Korykos ), Mersin (Ura), Silifke (Seleukeia), Narlıkuyu (Patrocalamie), Meydancıkkale( Kirsu), Seyhan’ın, Ceyhan’ın, Berdan çayının, Anavarza (Ayn-Zarba), Saimbeyli (Haçin) ve Yılanlı Kale’nin, Taşköprü ve Tepebağ’ın tarihini, kültürünü çok iyi okuyup öğrenmek zorundadırlar.
Bu topraklardan gelip geçen, iz bırakan medeniyetleri bilerek ilerlemek zenginliğimizdir.
Neolitik Dönem’den günümüze kadar olan tarihsel dönemleri içinde barındıran Misis Antik kenti sınırları içerisinde yer alan bazilikaya ait zemin mozaikleri 1956 yılında Misis Höyüğü’nde kazı yapan Alman arkeoloji heyetinden Prof. Dr. H. Theodor Bossert ile Dr. Ludwig Budde tarafından ortaya çıkarılmıştır. Höyükten çıkarılan mozaikleri korumak amacıyla müze kurulmuştur.
Bizans devrine ait mozaiklerde Nuh’un tufan esnasında gemisine aldığı hayvanlar betimlenmiştir. Mozaiğin tam ortasında bir masa veya sehpa şeklinde yapılmış bir kümes ve etrafında Nuh Peygamber‘in tufanda gemisine aldığı 28 adet kuş ve kümes hayvanları, bu grubun etrafında ise vahşi ve evcil hayvanlar yer almaktadır.
İnsanlarımızın en önemli serveti ; yaşadığımız topraklarımız üzerinde ki ilim, teknik, tarihini tanıyıp sahip olma duygusu ile öğrenmek olmalıdır. Yazımı yine Atatürk’ün bir sözü ile bitirmek istiyorum.
Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.
Ya sizce?
Sevgiyle kalın
Salime Kaman
Bir yanıt yazın