Bu yazım ‘kitaptan sanattan.com’ sayfasında yayınlandı.
Kamusal alanlar insanların özgür olduğu, farklı insanlarla bir araya gelip sosyalleştiği alanlardır.
Coğrafi anlamı itibariyle, umuma açık ve tesadüfi olsun, planlı olsun, karşılaşmayı mümkün kılan bir yer anlamına gelir. Bir araya gelmeyi sağlayan mekanlardır. Kamusal alan etkileşim ve iletişim yönünden mekansal içerikleri olan bir kavramdır ve birçok kişi tarafından kullanılır.
Günümüzde bir alışveriş merkezi, bir metro durağı ya da bir vapur da toplu kullanıma açık, sosyalleşmeyi ve bir araya gelmeyi sağlayan mekanlar olarak kabul edilir.
Kentteki kamusal mekanlara paylaşımı ve karşılaşmayı sağlaması, farklı kesimleri bir araya getirmesi gibi olumlu değerler yüklenir. Herkese açık mekanların bir araya gelmek, düşünmek için gerekli olduğu yerlerdir.
Türkiye’de, örneğin park bahçe ve yeşil alanlar dışında, kamusal alan ile ilgili çalışmalar, ulaşım ve ticaret politikası gibi sektörel politikaların dışında kalan, kısa süreli birtakım düzenlemelerden ibarettir ve belediyelerin şehirdeki kamusal alanlar ile ilgili yürüttüğü özel bir politika da yoktur.
Türkiye’de kamu, ‘devleti’ çağrıştıran bir sözcüktür ve kamusal alan kavramı çoğunlukla devletin alanı olarak kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz.
Siyaset felsefesinin konusu olan kamusal alan sosyolojik belirlenimlere dayanan bir kavramdır ve bu anlamda kamu devlet değildir, kamusal alan da devlete ait alan değildir.
Devletin kamusal alandaki görevi özgürlükleri korumak ve kamu düzenini sağlamaktır. Kamusal alan, ancak mahrem alanın yani özel alanın özgür ve gelişmiş olması oranında özgürdür. Özel alan, iyi yaşama kavuşmanın, yurttaş olabilmenin, daha doğrusu özgür olabilmenin temelidir.
Kendine özgü düşünce çizgisi içinde, şiddet, iktidar, devrim, totalitarizm, eşitlik-eşitsizlik, özgürlük, siyaset, felsefe, insan, eylem, düşünce, hakikat, ahlak, retorik, ideoloji, kültür, demokrasi, milliyetçilik, ırkçılık, devlet, parti, rejim, insan hakları, antisemitizm, emperyalizm, sanat, kamusal alan üzerinde çalışmalar yapan Alman asıllı kadın siyaset bilimci Hannah Arendt’in (1906-1975) de ifade ettiği gibi özel alan bir zorunluluktur.
Kamusal yaşamı dengeli ve istikrarlı bir özgürlük alanı haline getirmek, ancak siyasal erkin, başka bir deyişle devletin kamusal yaşamdaki etkinliğinin sınırlandırılmasıyla mümkündür.
Kamusal alan değerler için bir anlamda pazardır. Söylenebilecek ve/veya söylenemeyecek şeylerin pazarıdır. Kavram, bir yandan, tecrübe sahibi olma ve düşünsel ilişkiler ve bağlantılar görebilme, gerçekliği ve hayaliyi el çabukluğuyla birbirine geçirebilme, geçmişi hatırlama ve başka bir geleceği tahayyül edebilme yeteneklerine dayanıyor. Bu da hoşgörüyü esas alan bir sivil alanın genişlemesiyle mümkün olabilir.
Kamusal kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak bunu doğruya varan süreçlerin açığa çıkarılmasında bir ilke olarak kullanan düşünme ve araştırma yolunun yani ‘diyalektiğin’, varlık felsefesi yani ‘ontolojik’ önemini vurgulayan Hannah Arendt, kamusal alanı hukuksal ilişkilerden çok katılıma, hayal gücünün geliştirilmesine açık, gerçek politikanın göstergesi olan bir görünümler sahnesi olarak tanımlar. ‘Dünyadaki şeylerden ne denli etkilenirsek etkilenelim, bunlar bizi ne denli kavrarsa kavrasın, ancak başka insanlarla onlar hakkında konuştuğumuz zaman bizim için insanlık kazanırlar. Dünyada ve kendi içimizde olup bitenleri yalnızca onlar hakkında konuştuğumuz zaman insanileştiririz ve ancak bu konuşma süreci içinde insan olmayı öğreniriz.’ Şeklinde ifade eder.
Kentsel dokunun yapılaşmamış alanları, yani binalar dışında kalan bölümleri olan kentsel mekanlar, kentin dolaşım sistemini var ederken beraberinde, kent halkının ortak paylaşımlar yaşamasına olanak veren bir zemin yaratır.
Kişisel temsilin ve dışavurumun ortaya çıkarılabileceği özgür ortam arayışları da kamusal alan oluşumunda etkili olur.
Yaşayan kentler nitelikli kentsel mekanlarında yayaların zaman geçirebildiği, dış mekan yaşantısının canlı ve çekici olduğu, dolayısıyla güçlü sosyal ilişkilerin kurulduğu fiziksel çevreler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür kentler için kentsel mekanlar, fiziksel, sosyal ve ekonomik açıdan farklı kazanımların kaynağıdır. Bu kazanımlar ancak, kamuların ve bireylerin iletişime ve etkileşime geçebilmelerinin sağlanması ile bir kamusal alan olabilmektedir.
Ülkemizde son yıllarda mevcut olan, kent halkının ortak paylaşımları yaşayacağı, halkın kendisine ait olan ve iletişime geçebileceği kamusal alanları hızla yok edilmiştir. Bu nedenle, ülkemizin tüm şehirlerinde özellikle Büyükşehir politikalarında, belediyelerin şehirdeki kamusal alanlar ile ilgili yürüteceği özel bir politika geliştirmelerini ve kültüre dayalı şehirciliğin ortaya çıkması için şehir planlamalarının, halkın yurttaş olabilmelerini sağlayacak açık mekanların yeniden ele alarak kullanımını sağlamaları önemlidir.
Fransız coğrafyacı Antoine Fleury, ‘Büyükşehir politikalarında kamusal alanlar. Üç deneyimin yansımasına yansımalar: Paris’ten Berlin ve İstanbul’un merkezi bölgelerine’ konulu tez çalışmasından; ‘kamusal alan’ kavramının nasıl ortaya çıktığını kavramak için, 1970’li yıllarından itibaren araştırmaya başlar. Bu dönemde, Avrupa şehirlerinde sokaklar, şehir merkezindeki meydanlar gibi geleneksel olarak umuma açık mekanların kullanımı düşüş gösterdiğini, ilginç bir biçimde, bu düşüş, ‘kamusal alanın’ yeniden keşfedilmesi gerektiğini Avrupa’da kentlerin yeniden ele alma biçimleri üzerinde çalışmalar yapar ve bunları gündeme getirir.
Kentlilik kavramını, umumun kullandığı mekanlardan yola çıkarak yeniden inşa etmek amacındaki kültüre dayalı şehirciliğin ortaya çıkması, şehircilerin kenti yeniden ele alması gerekliğine vurgu yapar.
Dünya da araştırmacıların, şehri ele alış biçimi de dönüşüm gösterir. Zira sosyal bilimler; kent sosyolojisinde günlük hayat, özel ve kamusal arasındaki ilişki ve sosyal çatışmanın mekansal boyutu gibi yeni konulardan beslenmeye başlar.
Sosyo- mekansal eşitsizlikler, kent yaşamı, kent alanları ile mobilite bağlantılar, farklı profesyonel dünyaların yani ‘mimarlar’, ‘şehir planlamacıları ve peyzaj planları’, ‘yerel topluluklar, dernekler’ bir arada çeşitli alanlarda ki katkıları ve büyükşehir politikalarında kamusal alanların önemine yer verilmelidir. Yoksa, içinde yaşadığımız bu dönemde ve öncesinde, kentsel mekanlar, kamusal alanlar yatırımcıya cazip ortamlar sağlamak üzere yerel ve ulusal siyasi erk tarafından araçsallaştırılırken kentlilerin yerleşim bölgeleri piyasanın tasarruflarına sunuluyor ve hala önlem alınmaz ise sunulmaya devam edecektir.
Yine, kentsel alanın bütününe yayılan hizmetler söz konusu olduğunda ciddi bir sorun görülür. Bunlar parçalanma, yönetsel bütünlük sağlanarak yapılmadığı takdirde bütünleşik alanlar yönetilemez, bütünlük arz eden veya büyük maliyetli hizmetler etkili olarak üretilemez ve yürütülemez.
Kamusal alan kavramı, özgürlük, temel haklar, azınlık hakları, özelleştirme kavram kümesi ile bir dizi Türkiye’de simgesel bir evren oluşturuyor.
Ancak; kamusal alanlar bir özgürlük alanıdır ve öylede olmalıdır. Bu alanlar da herkesin, tüm farklılıklar kabul edilir ve eşittir. İnsanların, eşitlik ve farklı olma niteliklerini temellendiren söz ve eylemlerin varlığıdır. Eylem kamusal alanda insanların etkileşiminden doğar ve bu etkinlik aracılığıyla insan kendi kimliğini keşfeder.
Umudum, ülkemde de kent halkının ortak paylaşımlar yaşamasına olanak veren kültüre dayalı şehirciliğin ortaya çıkmasıdır.
Ya sizce?
Salime Kaman
Bir yanıt yazın