KENT DEDİKODUCULARI
Her nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım gibi gelir.
Charles Baudelaire
Modern hayatın dayattığı rutinler, aslında suskun değildir. İnsanların ilişkileri, alışkanlıkları, davranışları, giyinişleri, zihinsel yapıları, duygusal yönelimleri modern kentin etkisi altındadır.
Yürümekten yoruldum. Doğada yapılan bir yürüyüş değil bu. Büyük kentteyim ve günlük yürüyüşlerim için yoldayım.
Koşullara göre de aktivitenin yapısı değişiklik gösterdiği gibi, her yürüyüşün kendine özgü kuralları olduğunu da biliyorum.
Biraz dinlenmek ve gördüklerimi daha doğrusu özümsemek için kendime oturacak bir yer buldum. 15-30 dakikalık bir mola.
Hiç tanımadığım bir kişi yanımdaki boş yere izin isteyerek oturdu. Bir müddet sonra suskunluğunu bozdu. Gördüklerini, hissettiklerini, çevreye bakıp edindiği izlenimleri hızlı hızlı anlatmaya başladı. Tanımıyorum ama onun için dinleyenin kim olduğu fark etmiyor olmalı. Ben veya bir başkası. Diyaloğa girmediğim için de bir ara sustu. Ya da anlatmak istediklerini bitirmiş olmalı. Birden kendi kendine gitmeliyim dedi. Ayağa kalktı, ellerini cebine soktu etrafına bakındı, yavaş yavaş yürüyerek tekrar kalabalığın içine karıştı ve gözden kayboldu.
Sanki bir avare! Kendi düşüncelerim dağıldı. Adamın davranışları fırtına etkisi yarattı bende? Düşüncelerim hareketlendi.
Bu da bir nevi kent dedikoducuları olmalı dedim kendi kendime?
Çevresinde gördüklerini, onların iyi/kötü etkilerini anlatarak rahatladı, yeni kaynaklar için kendince, bilinmeye değer şeylerin peşine düştü yine?
Farklı bir kişilik? Kalabalıkta olmaktan mutlu?
İnsanlar, toplumlar hiçbir zaman durağan değil, hep bir halden başka bir hale geçiyorlar. Bizler, her birimiz hep aynı kaldığımızı sanırız. Oysa kendi kendimizin aynısı, özdeşi kaldığımızı düşündüğümüz anda bile değişmişizdir. Tıpkı 30 dakika içinde yaşadığım gelgitler gibi!
Kendime soruyorum.
Her şey kımıldayıp değişiyor. Gerçek olan nedir? Cevabım, hareket olmalı!
Durağanlık ise bir yanılmadan mı ibaret? Bilmiyorum.
Beni de böylece, sınıflandırma şeklinde bir düşünmeye itti yaşadığım 30 dakika.
Birbirlerine etki eden, etki ettikçe birbirlerini değiştiren yaşamlar. Modern kent hayatı ve kültüründe türeyen yabancılaşmalar, parçalanmalar, zamanın eziciliği içinde kaçınılmaz oldu. Bunu hepimiz yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Düşüncelere dalıyorum.
Bazı kişilerin, insanlarla olan duygusal temasları azalırken bazılarında artıyor, bazılarında da kafa karışıklıkları, yaşamla ya da kendisiyle anlamlı bir bağın eksikliği, yaşamından ya da kendisinden memnun olmama hali, yüzeysel, kısa süreli temaslar içinde olma hali.
Kişilerin tercih ettiği ve benimsediği bir durum mudur?
Hafızam bana, 19.yüzyıl Fransız şairi, sanat eleştirmeni ve modernist düşünür Charles Baudelaire’in (1821-1867) temel kavramlarından biri olan ‘flâneur’ü ‘avare gezinen’i hatırlatıyor.
Charles Baudelaire’in 1863 yılında yayınlanan ‘Modern Hayatın Ressamı’ adlı eserinde kalabalıklar içinde yaşayanlar için tutkulu gözlemci, evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek, dünyanın merkezinde olmak dünyayı gözlemek ama dünyadan saklı kalmayı anlatıyor.
O, kentin ve insanlarının ruhunu anlayan kişi olarak, kent resimleri çizmiş. Özellikle, Modernitenin can damarı olan modern şehir ‘Paris’i’ resmetmiş.
Her şeye olumlu bakan Charles Baudelaire’e göre her nitelik, içinde karşıtını taşır. Şiirlerinde de bunu yansıtır.
Walter Benjamin’e (1892-1940) göre ‘flâneur’ü ‘aylak adam’ı karanlık bir anlamı vardır. 19. ve 21. yüzyıllar arasında köprü kurarak, yirmi birinci yüzyılın doğasına da ışık tutacak kavramlar da ortaya atan Walter Benjamin 19. ve 20. yüzyılın önde gelen Alman düşünürü, kültür tarihçisi, edebiyat eleştirmeni ve estetik kuramcısıdır.
Walter Benjamin için flâneur, ‘aylak adam’ her şeyden önce kendini içinde bulunduğu toplumda tedirgin hisseden biridir. Bu nedenle kalabalık içinde kaybolmak saklanmak ister. İşi gücü olmayan insanların sokaklarda gezinmesini Walter Benjamin, kaplumbağa imgesiyle şöyle özetler. Kendini kaplumbağa temposuna uydurmaktan hoşlanan kişilerin, taşıtların artması ve yolların genişlemesiyle kalabalığın adamı olma kimliklerinin sonunu getirmiştir. Kalabalık içinde terk edilmiş gibi yaşayan kişi, modernite ve sanayi şehrinin kurbanı olarak nitelendirir. Bu kişiler saatler boyunca nereye gittiğinin ya da ne istediğinin farkına varmaksızın dolaşır. O’na göre bu, hiçbir amacı olmayan bir davranış biçimidir ve modern hayatın getirilerinden biridir. Amaçsız var oluş halidir. Modernitenin yarattığı başıboş gezgin, yine onun tarafından alaşağı edilir.
‘Aylak adamın, gezdiği caddeler, kitlelerin konutudur. Kitle, her zaman tedirgin ve devinim içindedir. Flaneur kitlenin tüketime çağrıldığı piyasanın gözlemcisidir. Bu anlamda flaneur, kapitalistin, tüketicinin imparatorluğuna göndermiş olduğu bir keşif yolu olarak tanımlanmaktadır. Kökünden kopmuş bir bireyi simgeler.
Charles Baudelaire ise içinde ilerleme olmayan bir Modernizm’i, tasvir eder. Döneminden çok daha önce, ilerlemenin yavaşladığı, güncel yaşamın öne çıktığı günümüzdekine benzer tarzda toplumu ele alır, bütünüyle değişim fikri içinde değil de değişenle/ değişmeyen arasında ki hat üzerinde, süreçleri çift yönlü görünümleri değerlendirir.
Modernitenin can damarı ‘Paris’i’ resmederek düşüncelerini dile getirir.
O, modernliğin resmini çıkararak zamanı durdurur, bir sanatçı bakışıyla modernliği, kavramaya girişir ve resmeder. Modernizm’in, canlı tarafına, estetiğine ve ruhuna yönelir. Kendi güzelliğimize sahip olmamız gerektiği düşüncesinden hareketle modern hayatın güzelliklerini ve kahramanlıklarını göstermeye çalışır. O modernliğe avantajlarıyla/ dezavantajlarıyla bakmaz. Ona karşı duygusal olmaz ve duygusal bir karşı çıkışı da benimsemez.
O, modernliğe bir kültür olarak, kültürel hayat biçimlerimize getirdiği boyutlarıyla bakar.
Charles Baudelaire’in kalabalıkları kozmopolitizmi, metropolü, bulvarları, flâneur’u, modern hayatın ressamı olarak hep aynı başlık altında toplar. Tüm modern süreç, maddi ve sosyal koşulların organik etkileşiminin bir bütünü olduğunu anlatır. O’nun için bulvarlar, yüzyıllardır varlığını sürdürmüş mahalleleri ortadan kaldıran, binlerce insanı evlerinden ayıran, ama şehri tüm sakinlerine açan yapılaşmalardır.
Charles Baudelaire’in moderniteye ait yaklaşımları anlamlıdır. Çünkü modernizmin akla, bilime ve ilerlemeye dönük yüzü kurumsallaşarak ilerlemiştir.
Halbuki günümüzde?
Günümüzde aklın etkinliğinin yerini kültürel etkileşimlerin egemenliği almıştır. Bireyler yükselme çabalarından çok, gündelik yaşamlarını zenginleştirme çabası içinde olurken, müzik, eğlence ve tüketim gibi bir sektör içinde yer almayı tercih etmektedirler. Yani modernitenin akılcı ve ilerlemeci kodları zayıflamıştır.
Walter Benjamin, teknik gelişimlerin insanın dünyayı algılama biçimini farklılaştırdığını ifade ederken, düşüncelerin özgürleşmenin karşısına engeller çıkaracağı gerek metanın gerekse eğlence ortamının öne çıkmasıyla sanatçının da flaneur, ‘aylak adam’ niteliği kazandığını görüntüler.
Walter Benjamin için, flaneur kavramını anlamlı kılan mekanlardan biri, Paris’teki pasajlardır. Endüstriyel lüksün yeni sayılabilecek bir buluşu olarak pasajlar, bina kitlelerinin arasından geçen, üstü camla örtülü, geçitlerdir. Işığı yukarıdan alan bu geçitlerin iki yanı şık dükkanlarla kaplıdır. Bu pasajlar, başlı başına farklı dünyalardır. flaneur’ün evi de bu dünyadır.
Günümüzde ki AVM’ler gibi?
Charles Baudelaire’in olumlu bakışıyla flaneur kavramını, ‘Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda var olur.
Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flaneur için, tutkulu gözlemci için, ahalinin tam orta yerini,
hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir’ sözleri ile ifade eder.
SALİME KAMAN
2019 İSTANBUL
Bir yanıt yazın