Sevgi bilgeliktir, nefret ise aptalcadır.
Bertrand Russell
İnsan Hakları ve düşünce özgürlüğünün savunucusu, analitik felsefenin kurucusu İngiliz filozof Bertrand Russell’in (1872-1970) söylediği gibi bin yıl sonrada olsa ahlaki temelimizin özü; ‘Her geçen gün daha fazla etkileşime girdiğimiz dünyamızda toleranslı olmaya ve bazı insanların bizim hoşlanmayacağımız şeyleri söyleyebileceğine alışmalıyız. Ancak bu şekilde birlikte yaşayabiliriz. Eğer birlikte ölmek yerine birlikte yaşayacaksak bu gezegendeki insan türünün devamlılığı için kesinlikle elzem olan; tolerans ve birbirimize olan saygıyı öğrenmek zorundayız’ olmalıdır.
Yaşadığımız dünyada hal nasıl? Hepimiz biliyoruz. Saygısız, sevgisiz, hoşgörüsüz, toleranssız birlikte yaşayabilme koşullarını çürük temeller üzerinde inşa eden bir dünya?
Yaşadığımız dünyada sürekli savaşlar çıkıp duruyor. Dünya üzücü bir durumda. Belirsizlik çağı içinde yaşıyoruz. Kriz bu belirsizlik hissini aşılayan en iyi metafor. Kriz anlayışının kendisini en büyük tehlike olarak görüyorum. Bunlar neler olabilir diyorum kendime? Değerler krizi? Otoritenin çöküşü?
Ne yapılabilir? Kriz anlayışının sorunu, sadece belirsiz genellemelerle konuşulabilmesidir. Kriz somut değerleri ele almaz. Hatta somut durumları da bulanıklaştırmaya meyilli olabilir. Bu da sadece insanlığı felakete yanaştırır.
Bunu önlemek, ahlaki değerlerimize sahip çıkmak birbirimize sevgi ve/veya saygılı olmayı öğrenmek ve saygı göstermek zorundayız. Toleranslı olmak mecburiyetindeyiz.
Bu nasıl olacak? Nerede olacak?
Eğitimle ve her yerde olacak. Evde, sokakta, okulda ve en basit ifadeyle ‘çocuklara- çocuklarımıza, saygıyla başlayacak’.
Bertrand Russell’in insanlığa 1000 yıl sonrada olsa ikinci tavsiyesi entelektüellik üzerinedir.
‘Herhangi bir konuyu incelerken ya da herhangi bir felsefeyi değerlendirirken kendinize sadece ama sadece ve gerçeklerin ulaştırdığı doğruların ne olduğunu sorun. Asla dikkatinizin inanmak istediğiniz ya da inanmanızın toplumsal açıdan daha avantajlı olacağını düşündüğünüz şey tarafından dağıtılmasına izin vermeyin. Sadece ve sadece elinizdeki gerçeklere bakın!’
Entelektüel için gerçekler ve özerklik önemlidir.
Entelektüeli entelektüel yapan, akıl yürütme, bağlandığı değerlere sahip çıkma, onlardan hareketle tavır alma ve doğacak sorumluluğu taşıma biçimidir. Kültürel vizyon gerekliliği vardır.
Geçmişe baktığımızda, kültürel vizyon çizgisi Aydınlanmanın başarısızlığı diye adlandırılan şeylerle, bugüne baktığımızda ise 20.yüzyıl sonunda yaşayan birçok sanatçı ve entelektüelin hala benimsediği birçok varsayımla bağlantılıdır.
Geçmişin, modernitenin açmazlarına ve modern ahlak kültürüne dair güçlü sorgulanmalar, modern kültürün ‘rasyonel olarak tutarlı ve savunulabilir bir ahlak söylemi’ geliştirme projesinin çökmesidir.
Aristoteles geleneğini temel alarak, etik üzerine araştırmalar yapan İskoçlu düşünür Alasdair MacIntyre’ın (1929-….) Erdem Peşinde kitabında, ‘Ahlaki yargılarımızın kaynağı nedir? Üzerinde toplumsal olarak uzlaşabileceğimiz bir değerler örgüsü oluşturmamız mümkün müdür?’ gibi kitlelerin merak ettiği soruların yanıtını Bir Ahlak Teori Çalışması ile ifade eder. Ta ki antikçağın Homeroscu ahlakından başlayıp Aydınlanmanın Kantçı etiğine kadar.
Alasdair MacIntyre, ‘elimizde, birbirine rakip, hiçbiri bir diğerine üstün gelemeyen birtakım geleneklerin kaldığını’ ifade ettiği gibi ahlaka itibar kazandıran bağlamın yitirilip, geriye yalnızca bölük pörçük parçaların kalmış olduğunun da altını çizer. Kitap, modern ahlak kültürünün sorgulanmasına farklı açılarından da ışık tutar.
Ya bugün ki varsayımlar?
Çağdaş toplumda bu rejim, ekonomik, siyasi ve toplumsal kültürel hegemonya biçimleri içinde işlediğinden entelektüel, yeni bir hakikat siyaseti oluşturmanın mümkün olup olmadığını bilmelidir.
Akıl ve idrak ile ilişkili olan entelektüel kavramı, soyut alandaki düşüncelerle hesaplaşma içinde olan kimselerdir. Ancak her zaman bunlar, toplumda işlev göremezler. Entelektüellerin kullandıkları dil öznel de olabilir, mesleki özelliklerinden de kaynaklanabilir. Bunlar, zihinsel işlevler arasında bağlantılar da kurarlar, bu işlevleri sınıflandırarak genellemelerde de bulunurlar. Bu tanımlar arttırılabilir.
Enis Batur’a göre, entelektüel, kendisini doğrudan doğruya ilgilendirmediği düşünülen konularda bile, dayandığı ilkelerden ve ahlak anlayışından yola çıkarak tavır koyabilen kişi olarak nitelemektedir.
‘Yaşlı, deneyimli, birikimli, ünlü, rütbeli olmak, entelektüel olmak demek değildir. İnsanoğlunda bu sayılanların hepsi bir araya gelse bile, entelektüel olmak mümkün olmayabilir. O halde sorulması gereken soru şudur, entelektüel olmak için olmazsa olmaz koşullar nelerdir? Her şeyden önce entelektüeli entelektüel yapan, akıl yürütme başlandığı değerlere sahip çıkma, onlardan hareketle tavır alma ve doğacak sorumluluğu taşıma biçimidir’.
Amerikalı sosyolog Talcott Parsons (1902- 1979), entelektüeli kültürel konuları sosyal ilgilerin üzerine koyan bir aktör olarak düşünür. Tüm toplumları, oldukça farklı alt-sistemlerden oluşan, hepsi karşılıklı ilişki ve bağımlılık içindeki bağımsız ve kendine-yeten sistemler olarak görür. Entelektüel etkinlik, sembolik sistemleri anlamak amacıyla modeller oluşturur. Bu nedenle entelektüeller siyasal veya ekonomik iktidar sahiplerinin yanında olmak yerine kültürel uzmanlaşmayı tercih ederler. Entelektüeli öğretme misyonundan dolayı, saf kültürel ilişkileri ortaya koyma eğilimi taşıyan kimseler olarak nitelendirir.
Ancak, Entelektüel rolün, birçok mesleki rolle örtüştüğü bir gerçektir. Bu, doğal olarak öğretmenlerin ve profesörlerin entelektüel olarak kabul edilmesi gerekliliğini düşündürse de her öğretmenin ya da profesörün entelektüel olamayacağı kesindir. Çünkü eğitimciler, özgün eğitim yapamıyorlarsa bilgileri aktaran kişiler olarak ifade edilirler.
Entelektüel kavramı aydınlanma döneminden önce de kullanılmıştır. Ancak, bu dönemde kullanılan entelektüel kavramı ile zihinsel etkinliklerden hoşlanan, her şeyden mümkün olduğu kadar haberli olmaya çalışan kişiliğini ve dünyaya bakış açışını genişletmeye çabalayan insan olarak tanımlanmıştır.
Bu tanım aydınlanma döneminde de kullanılmıştır. Bu dönemde entelektüel etkinliğe daha iyi bir toplum, daha iyi bir insanlık için düşünce üretme ve gerektiğinde politik eylemde bulunma görevi de eklenmiştir. 18. Yüzyıl Aydınlanma döneminin entelektüellerinin faaliyetleri akılcılık, bilimcilik ve modern ulus devlet projesinden oldukça etkilenmiştir.
Modern dönemde entelektüel etkinlik için bilginin yanında bilinç de önemli sayılmıştır. Bu açıdan modern dönem entelektüelinin modernist düşüncenin önemli bir unsuru olan ilerlemeci görevde yüklenmiştir.
Geç modern zamanların entelektüel tipini oluşturan ve bugünün entelektüel tipi olarak yerini alan Jean Paul Sartre (1905-1980) tipi, dünyayı seyretmek ve onu anlamak yerine değiştirmeye çalışan entelektüeli temsil etmektedir. Öte yandan entelektüellerin misyon yüklü varlıklar olmaktan uzaklaşmaları gibi, düşünsel ve maddi çıkarları bağlamında özerkleşme olanaklarına kavuştukları da bir gerçektir. Jean Paul Sartre’nin, ilk dönem felsefi yapıtlarında daha çok ‘bireysel ve mutlak özgürlük düşüncesi’ merkezdedir. Bütün politik eylemleri ve yazdıkları etik bir hakikat arayışlarının ürünleridir.
Entelektüellerin yaşamda eskiyen bir yapının eskiliğini açıkça ortaya koyma ve onun yerine yeniyi önerme ve gerek bilgi üretim sürecinde kuramsal gerekse yaşamın her alanındaki örgütlenmelerde uygulamalı modeller oluşturmak genellikle entelektüellere düşen görevlerdendir.
Sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve sosyolog olan Fransız düşünür Michel Foucault’ya (1926-1984) göre entelektüel, alanındaki uzmanlığı nedeniyle hakikat üretimi rejimine hizmet etmektir. Özgün düşünürlerden biri olan Foucault’da bir gelenek miti vardır. Foucault’nın içinde bulunduğu entelektüel ortamı sadece felsefeciler değil ressamlar, yazarlar, müzisyenlerdir. Edebi ve sanatsal avangardın Foucault’nın yapıtları üzerinde derin etkileri görülür. İlk akla gelen kişi, akılcı, dramaturg ve şair olan Antonin Artaud (1896-1948) dır. Foucault’ya sürekli olarak, hakikatin yadsımasını, ihlalin farkında olmayı, sapkınlığın verdiği şoku ve dilin çoğalmasını öven yeni sofistçe bir retorik olanağı sunmuştur.
Foucault’nun içinde bulunduğu entelektüel ortamın onun yazıları üzerinde önemli etki yaratmış olan bir başka yönü ise, ‘Roland Barthes, Louis Althusser’in geliştirdiği’1960 yılı civarında Paris’in entelektüel sahnesini egemenliği altına almaya başlamış olan yapısalcılığıdır. Ancak O, kendinin yapısalcılıkla bağlantısı olduğunu şiddetle reddetmiştir. Hatta, ‘Kelimeler ve Şeyler’ kitabının önsözünde şöyle yazar, ‘Fransa da bazı yarım akıllı yorumcular beni yapısalcı olarak damgalamakta ısrar ediyorlar. Yapısal analize özgü yöntemlerin, kavramların ya da anahtar terimlerin hiçbirini kullanmadığımı bir türlü bunların küçük küçük hafızalarına sokamadım’ der. Aslında, bu ifadeler, O’nun yapısalcılıkla hesaplaşması, 1960 yıllarında ki entelektüel kariyerinin önemli bir parçasıydı. Bu hesaplaşması Niersche ve Derrida ile kurduğu ilişkiye de ışık tutar.
Foucault’nun düşüncesi her zaman yapısalcığa temelden karşı unsurlar içerse de geniş anlamda kesinlikle yapısalcıdır. ‘Deliğin Tarihi’ ve ‘Kliniğin Doğuşu’ eserlerinde kendisi de yapısal bir çalışma yürüttüğünü ve ‘temel deneyim yapıları’ nı aradığını ifade eder.
Tüm bu teorik temellerden yola çıkarak entelektüeli şöyle tanımlayabiliriz. Sadece edindiği bilgilerle zihinsel bir aydınlanmaya kavuşmanın ötesinde bilgi tükettiği gibi, çokça bilgi ve görüş üretebilen bunları insanların yararına olmak üzere yaygınlaştırabilen, düşünsel faaliyet sürecinde görüşlerine ters düşen değerleri, kaynağı ne olursa olsun, korkusuzca sorgulayabilen, bilgiyi zihinsel işlemlerde kullanabilme yetisi yüksek olan kimselerdir.
Ya bugün ki varsayımlar?
Entelektüelin ekonomik olarak bağımsız olmaması durumunda maddi sıkıntılarla dramaturg entelektüel işlevleri arasında sıkışabilmektedir. Bu gibi durumlarda entelektüelin en önemli yardımcısı sivil toplum olmaktadır. Sivil toplum kavramı, çıkar amaç ve değerlerin paylaşımı çerçevesinde gönüllü kolektif eylem alanını ifade eder.
Sivil toplumun Batı Avrupa’da modern dönemde ortaya çıkıp gelişmesi kapitalizmin gelişmesiyle zamansal olarak aynı döneme rastlar. Sivil toplum, devletten özerktir. Hak ve özgürlükler konusunda hassastır. Bu özellikler nedeniyle sivil toplum entelektüel için devletin etkisinin dışında farklı bir yaşam alanı demektir.
Anti-demokratik rejimlerde ortaya çıkan sivil toplum gruplarının, entelektüel özerkliği yok edici özellikleri bulunabilir.
Entelektüelin en önemli işlevinin bilgi üretimi olduğu akılda tutulursa bilgi üretimine olan ihtiyaç devam ettiği sürece entelektüele olan ihtiyaç da devam edecektir. Her şeyden önce entelektüeli entelektüel yapan, akıl yürütme bağlandığı değerlere sahip çıkma, onlardan hareketle tavır alma ve doğacak sorumluluğu taşımayabilmektir. Her zaman tek engelleyici devlet olmayabilir. Bazen devlet dışında da güç odakları en az devlet kadar entelektüel özerkliği engelleyebilir.
Bu engellemeleri nasıl yok edebiliriz?
Özerkliklerimizi güçlendirerek. Bu da ancak; güçlü ve cesur umutlarla bilgiye görgüye dayalı nesiller yetiştirerek sağlanabilir.
Bertrand Russell’in dediği gibi;‘Korkusuzca özgür eğitilmiş bir neslin, bizde olduğundan daha yaygın ve cesur umutları olacaktır’.
Salime Kaman
Ressam-Yazar
(not: bu yazım kitaptansanattan.com da yayınlanmıştır.)
Bir yanıt yazın