Assos’tayım.
Üzerinde konuşması hem kolay hem de zor bir konu, kafamda dolaşıp duruyor.
Doğru ve yanlış söylemlerin gündemden hiç düşmediği günler geçiriyoruz. Değer bilirlikler yok oluyor. Aldatmacalar, gevşeklikler, çelişkiler güvensizlikler uzayıp gidiyor. İnsanlar beklemediği zorluklarla karşılaştığı zaman, gerçeği görmezden gelme çabaları hala aynı. Hassas, saf, duru duygular da yok. Herkes şaşırma yetilerini de yitirdi artık. Sesleri fısıltı halinde ama yılan ıslığı gibi kin dolu.
Fiziksel ve ruhsal gelişimler kaygı verici! Nasıl yaşamamız gerektiğini her zamankinden daha fazla düşünmemiz gerekiyor artık.
Bir şey neyse odur ve aynı şeyin hem olması hem de olmaması olanaksızdır. Her şey kendisinin özdeşidir.
Genel onaylama olmamasına rağmen, insanlar da genellikle mantığın bu ilkeleri üzerinde birleşirler.
Günümüzde sayıları oldukça fazla da olsa aklın kullanımının yok olduğu, bilgiye ulaşmanın zor olduğu bu dönemlerde, her zamankinden çok daha fazla üzerinde düşünülmesi gereken ve anlaşılmaya değer bireysel ve toplumsal değerlerimiz olmalıdır. Buna mecburuz.
Ne zaman ya da kimler mantığın bu ilkelerde birleşmezler?
John Locke (Aydınlanma ve Akıl Çağı’nın kurucusu)’nin dediği gibi, çocuklar ve cahillerde doğuştan bulunmamasına rağmen onlar tarafından açıkça bilinmiyor olması durumu da bir çelişki de yaratır. Bununla birlikte doğuştan ilkelerin bilinmesinde ruhta bir yatkınlık olduğu ve aklın kullanımıyla beraber bu ilkelerin öğrenileceği söylendiğinde, böyle bir yatkınlığın bütün bilgiler için olduğu söylenebilir. John Locke, ‘bilgi iki ide arasındaki uyuşmanın ya da uyuşmamanın algılanmasıdır… Bu algının bulunduğu yerde bilgi de vardır’ ‘Nesnesine uygun bilgi ise ancak iç deneyin algılarında olabilir’ derken, bilişimizin yalnız düşünce ile değil, ruhun içinin ve bütün yaşantımızın kesin ve güvenilir olmasının psikolojik etkisini de bilişimize dahil eder.
John Locke, insan zihninde doğuştan, hazır düşünceler ya da bilgiler olmadığını öne sürer. Ona göre, insan zihnindeki idelerin kaynağı araştırılırken, bütün insanların kabul ettiği belli teorik ve pratik ilkeler bulunduğu düşüncesi genel kabul görse de genel kabulun bunların doğuştan geldiğinin kanıtı sayılamayacağıdır. John Locke’ye göre, doğuştan doğrular olsaydı düşünceler de olmalıydı, doğuştan doğru doğuştan düşünceyle birlikte hemen ortaya çıkmalıydı. Locke doğuştan doğru olsaydı, zihni öğrenmeye en az olan çocukların, ilkel insanların soyut kavramları bilmeleri gerekirdi demektedir.
Doğan Cücenoğlu, bilgili olmak ile o bilgiyi davranışına yansıtarak yaşamanın birbirinden farklı şeyler olduğunu söyler. Özümsenip, davranışa aktarılan bilginin farkındalık yarattığına vurgu yapar. Gerçek yaşamda davranışa yansımayan bilginin hiçbir faydası olmadığını ifade eder. Kişinin farkındalıkları, onun içinde bulunduğu ortamı algılaması, ona anlam vermesi davranışlarını yönlendirir ve bilgiyi yaşamdan hayata çıkartırken, merak ederek, emek harcayarak, olabildiğince ayrıntılarına, temellerine varmaya çabalayarak, başarabilmek yorumlamak çabalamak olarak tarif eder.
O’na göre ‘insan, yaşamını hayata dönüştürdükçe insan olur.’
Bilgi yaşam için gereklidir. Bilgi de dost gibidir. Yaşam içinde dost ve dostluklar önemlidir. Dost bulmak, dost olmak da bilgi sahibi olmak gibi önemlidir. Sadece bilgi sahibi olmak ta yetmez. İnsanın sağlam dostlara da ihtiyacı vardır yaşam içinde! Her ikisi de insanı mutlu eder. Sınanmış, değerlendirilmiş olan her şey kalıcıdır. Bilgi de olsun, dostlukta olsun önemlidir.
Ne mutlu, bilgiyi yaşamdan hayata çıkartırken emek harcayarak edinilen dostluklara, dostlara.
Hayatın en iyi öğretisi nedir diyorum kendime? İnsan yaş aldıkça, arınıyor. Gereksiz eşyalardan, kelimelerden, insanlardan kurtuluyor. Geriye sadece kalbin derinliklerine nüfuz eden emek harcayarak edinilen dostluklar, dostlar kalıyor.
‘Kirli çıkın’ sın diyorum kendime. Biriktirdiğim için mutluyum. TDK sözlüğündeki anlamı gibi benim çıkınımda biriktirdiğim, para değil?
Çıkınımın içinde insan sevgisi, doğa sevgisi dolu büyük emekler verdiğim bir yüreğin yaşantısının yansıttıkları var. Bunlarla ısınıyorum ve bunlarla ışıklanıyorum. Şükrediyorum. İçim rahatlıyor. Derin bir nefes alıyorum. İyi ki biriktirmişim o güzel dostlarımı, dostluklarımı. Hepsi de nitelikli ve saygı basamakları ile tanış. Biriktirmek kolay olmuyor tabii ki!
Dostluklar, yan yana olmakla da kazanılmıyor. Basit bireysel ilişki modellerinden birinden de ibaret değil. Kazanmak için çok emek gerek. Çoğu kişinin hiç bilmediği, kendinden başkasını da sevmek gerek, güven vermek gerek. Kişinin iyi niyetli ve bilinçli bir tercihi ile yoğun ve zorlu bir emeği sonucu kazanılıyor dostluk.
Tıpkı bilgi gibi…
Tek farkı, dostlukta kazanmak için almayı beklemeden vermek gerekir. Dostluk, ölçüye ve tartıya da girmez, giremez.
Aristoteles’e göre dostluk üç kısma ayrılır.
Erdeme dayalı iyiler arasındaki dostluk, yararlıya dayalı menfaat dostluğu ve hoş olana dayalı haz dostluğu gibi.
Cicero da Aristoteles’i izleyerek dostluğun iyi/bilge insanlar arasında kurulabileceğini söyler. Tanrıların insana verdiği en iyi armağan olarak, bilgelikle birlikte dostluğu görür. Ama dostluğun olabilmesi için de erdemin olması gerekir.
Aristoteles’in erdeme dayalı dostluğunda, böylesi dostluklar sayesinde iyilik, fazilet, onur, eleştirel düşünce ve felsefe gibi yüksek değerler yerleşebilir. Ancak böyle dost bulmak tabii ki çok zor. Çünkü bu tip insan sayısı her zaman azınlıkta kalmaktadır. Gerçek ve kalıcı dostluk ancak iyi insanlar; iyiliği yaşam tarzı edinen erdemli insanlar kurabilir ve dostluğun erdemi de sevmektir. Yine, Aristoteles, dostluk ediminin özünün sevgi, dostun erdeminin ise sevmek olduğuna vurgu yapar. İnsan neslinin devamını dostluk ilişkilerine bağlar.
Aristoteles’e göre erdemler, iç iyiler ve dış iyiler olmak üzere ikiye ayrılır. İç iyilerin en değerlisi bilgidir. Dış iyilerin en değerlisi ise dostluktur. Bu nedenle, nasıl ki iç iyilerin en iyisi bilgi ise dış iyilerin en iyisi de dostluk erdeminden başkası değildir. Dostluk arkadaşlıkla da karıştırılmaması gereken yalnızca insan türüne mahsus bir ilişki biçimidir.
Aristoteles bu durumu şöyle ifade etmektedir; ‘Dostluğun kalıcı bir şey olduğu düşünülür, kalıcı olan ise yalnızca ilk, önde gelen dostluk. Sınanmış, değerlendirilmiş olan kalıcıdır, çabuk ya da kolay olmayanlar doğru değerlendirmeyi olanaklı kılar, güven olmadan kalıcı dostluk olmaz, güven de ancak zamanla oluşur.’
Günümüzde dostluk düşünceleri önemini yitirmiş gibi görünse de aslında her zamankinden çok daha fazla üzerinde düşünülmesi gereken ve anlaşılmaya değer bireysel ve toplumsal değerlerimiz olmalıdır. Hepimizin de ihtiyacıdır. Kendime tekrar soruyorum.
Gerçek olan ne? Tıpkı bilmenin bilinmekten daha değerli olduğu gibi, doğal olarak sevmek de sevilmekten daha değerlidir.
İnsanın sevdiklerini dostlarını kaybetmesi içinde kocaman boşluklar bırakıyor. Doldurulamayacak boşluklar bunlar! Ancak, Yunus Emre’nin dediği ‘Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil’ yüce sözle, özlem duyduğumuz o erdemli eski dostlarımız için bu avuntu sözü ile hayal etmek de boşluklara iyi gelmiyor mu? Geliyor tabii ki!
Kısaca dostluk, meta-rasyonel bir estetik okumayı başarabilen çok az kişi tarafından en çok da belki bilge ya da erdemli kişiler tarafından hakkıyla değeri bilinebilecek ve ancak uzun ve yorucu süreçler sonucu elde edilebilecek bir erdemdir ve insanlar arası sevgi ve güven ilişkisinin, yardımlaşma ve dayanışma duygusunun en güzel yolu ve en temel motivasyonudur.
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Çanakkale-2022/Temmuz
Bir yanıt yazın