Misafirlerimi yolcu ettim. İçim buruk. Nede çabuk geçti bir buçuk ay. Güzel günler çabuk geçiyor.
Kendi kendimle baş başa kaldım. Biriktirdiğim güzel anılarım, hiçbirini kaybetmeden sırasıyla yerlerine yerleştiriyorum.
Ruhuma, şuuruma.
Ruhumda huzurlu. Şuurumda açık.
Çok şükür!
Şuurumu felce uğratmak istemiyorum başkaları gibi. Kendi içimdeyim. Kalbimdeyim. Geçmişe geleceğe mesaj göndermeden yaşıyorum sindire sindire.
Bir buçuk ay torunumla, kızımla, damadımla ve yanımızda olmasa da sevdiklerimizle birlikteliklerimizi yaşatarak güzel zaman geçirdik.
Bahçede çiçeklerimizle, meyve ağaçlarımızla, kedilerimizle birlikte anı yaşadım ıskalamadan doya doya, sindire sindire.
Saf ve sakin bir dostluk var aramızda. Hesapsız kitapsız. Eğlencelerin en asilini yaşıyoruz.
Merdiven orta sahanlığında ki uzun beton saksı içindeki ‘sukulent’lerim, özgürce büyümüşler. Aşkın gözyaşları, rose sukulentlerim. Saksıdan taşıyorlar. Yerini çok sevdiler. Ilıman sahil bandında açık alanda rahatça yetişen sukulentler bunlar. Babamın Adana’dan saksıda yıllar önce hediye getirdiği çiçeğim. Çiçekten de öte babamı hatırlatan bir göstergem benim. Canım babam.
Kışında kendilerini korumuşlar. Yazlığa gelince el atlak lazım çiçeklere. Bakmak, dokunmak, hissetmek, sevmek lazım. Çicekleri büyüten sevgidir. Çokta büyümüşler. Sık sık üst üste gelen sukulentlerime kibar davranarak seyreltiyorum ve saksının hemen yanında ve aşağıda ki toprağın üzerine yavaşca bırakıyorum. Torunumda yardım ediyor bana. Küçücük parmaklarıyla. Hafif hafif dokununca bile çıt çıt ses çıkararak kendiliğinden kopan dallar ve çiçeklerde yanda toprağa bıraktığım sukulentlerin yanında biriktiler. Tüm bunları bir başka yere dikerek çoğaltmayı düşünüyorum ve bu düşüncemi torunumla da paylaşıyorum.
O’da bana, sürekli Why? Why? diyerek açıklama yapmamı istiyor. O yaşta ki tüm çocuklar gibi. Zaman hızlıca geçti. Torunumla birlikte geçirdiğimiz ilk çiçek bakımımızdı ve çok zevkliydi.
Eğlenceli vakit geçirdik ve basamakları türkçe sayarak torunumla birlikte eve çıkıyoruz. Bir-iki-üç-dört-beş.altı. Mutluyuz, birlikte vakit geçirmekten, birlikte çiçek bakımı yapmaktan. Mutluyum çocukla çocuk olmaktan.
Aradan iki yada üç gün geçti. Site yöneticisi, ben-kızım ve torunumla birlikte eve dönerken yolda bizi durdurdu ve çöplerimizi komşunun bahçesine attığımızı ve orada bıraktığımızı onu almamızı söyleyince şaşırdık. Uzun bir süre sessizce birbirimize baktık. Ben, ‘çöp mü’ diye tekrar sordum. Yönetici evet dedi.
Biraz düşününce kendi merdiven başına bıraktığım ‘rose sukulentlerim’ geldi aklıma! İlk cevabım ‘unuttum’ oldu. Bu kendime yaptığım bir sitemdi ‘unutmak.’ Ama çöp değildi. Çoğaltmayı düşündüğüm kırıp ayırdığım sukulentleri alıp bir başka yere dikmeyi unuttum. Çöp gözüyle bakan yan evin bireylerinin yönetime şikayetleri ayrıca şaşırttı beni ve kızımı.
Kızmadım. Kocaman güldüm.
Memlekette sağlam fikir cereyanları durunca halkta böyle oldu. Yani kütlenin tabanı gevşedi. Bu gevşeklik son yirmi yılda hızla artmaya başladı. Koşun koşun!
Sukulentleri, aşkın gözyaşlarını, rose sukulentleri çöp gören gözler ve şuurlar. İçinde aşk, gözyaşı, gül kelimeleri, insanla ilgili kelimelerin ‘çöp’ kavramı ile birlikteliği. Hem de benim bahçemde sadece iki-üç gün unuttuğum için beklemeye aldığım sukulentlerim.
Olayı uzatmak, tatsızlık çıkartmak istemediğim için sukulentlerimi sabırla, nazikçe topladım ve onları beklettiğim için üzgün olduğumu söyleyerek, kızımla birlikte en güzel yere, kendi cennetime evime ilk adım attığım yolun tam sağına, girişe diktim. Diktiğimiz yer öyle güzel bir yer ki herkese ‘aşkı-gözyaşını- gülü’ hatırlatır nitelikte bir yer. Çok ta yakıştılar yeni yaşam alanlarına. Çoğalacaklar. Hem de kendisinin olmayanı ‘çöp’ gören gözler önünde.
Pergelimin iğnesini kalbime batırarak çemberimi biraz daha küçültüm, kendime güzelliklerle dolu bir yeni çember daha çizdim. Ama her zamankinden daha güçlü bir çember.
Tabii ki anlayana! Parantez içini okumayı bilmeyenler, satır aralarını nasıl okusun ki?
Sadece bana yadırgayarak baktılar. Mazur gördüm onları çünkü küt ve birkaç cümleden ibaret yaşam öykülerinde hiç büyük resme bakmamış/bakmayı akıl edememiş baksa da görememiş olanların, bakışlarının bir anlamı yok ki! Anlamsız bakışlar o kadar.
Tabiata tutulmuş bir ruhta olmayınca ‘onlar’ sukulentleri nasıl bilsinler?
Bildikleri, divan şairlerine ilham veren, şiirlere konu olan gül ağacına salatalık bitkisini, ‘sürünücü ardınç’a kabak bitkisini sardırmak.
Gül, divan şiiri coğrafyasında rengi, şekli, kokusu, gösterişli oluşu gibi özellikleriyle şiirlerde işlenmiştir. Şiirlerde tabiatın bir parçası olarak gül ve insan arasında münasebet kurulmuştur hep. Şairler şiirlerine konu olan tabiatın güzelliğini, tabiattan çıkartmadan tabiata eklemişlerdir.
Prof. Dr. Sadık Kılıç ‘Tabiatta Metafizik Ve Guenon’Un Doğu Metafiziği’ kitabının bir yerinde şöyle der. ‘İnsan-tabiat münasebeti, birinin mevcudiyeti, zorunlu olarak ötekini çağrıştıran ve gerektiren türden, mantıki ve zorunlu münasebettir. Her biri, diğerinin varlığının amacı haline gelmiştir.’ Ne kadar güzel ve derin anlamlar kucaklıyor.
Tabiat karşısında alınan “haz” önemlidir. Bazı kişilerin aldıkları ‘haz’, tabiatın o nadide güzelliklerini sarmaşıklarla perdelemeleri kendilerince yarattıkları tesettüre sokmak gibidir. Gül ağaçlarında ya da çam ağaçlarında kendi elleriyle ektiği salatalık ya da kabak bitkileri ile sarmalayarak onları baston gibi görmeleri de sukulentleri çöp görmelerinden farklı bir anlayış değildir.
Ekolojik bunalım, aslında insanın kendi öz bunalımıdır. Bu bunalım çürüme ve manevi ruhsal yozlaşmanın sonucudur. Aklı, gözlerine ve diğer duyu organlarına inmiş insan anlayışı ile dengeler kayboluyor. İçinde yaşadığımız dönem, geleneksel hikmete en uzak ve düşman düştüğü gün dönemidir. Ve kendimizi daha kötü dönemler içinde bulacağımızda kaçınılmazdır. Yaşadığımız, çalıştığımız, nefes almak istediğimiz her yerdeler.
Çözüm?
Çözüm için cevaplarım var ama uygulamaya geçebilir miyiz? Bilmiyorum.
Bakışlarını yükseklere yüceltmiş bir ruh ve fikir insanı modeline geçmek!
Başarmak mümkün mü? Onu da bilmiyorum. Çok zorlanacağımızı biliyorum.
Ruhun ve aklın fışkırmasının önünü tıkayan bu düzen ve düzen insanlarına ilaveten, ‘maddi’ ve ‘hissi’ düzen abartılı bir şekil aldı. Bu hastalıklı düzende sağlam kalmaya çalışmak için daha ne kadar dayanabilirim?
Bildiğim en temel şeylerden biride ‘insanın, kendi varlığının temelini tabiatın derinliklerinde bulduğudur. İnsan tabiatı tanıdıkça kendisini tanımış olacaktır.
Kendimizi duyumlarımızın akışına salıvermek yerine, onları değerlendirmemiz, hayal gücümüzle onlardan bir kompozisyon vücuda getirmemiz gerekmektedir. Her detay bütün içinde konumlandırmalıdır. Devamlı değişen şeylerin gerçek ve mutlak bir varlığı olamaz.
Tabiattan zevk alan kişinin bu keşfi, ancak varlıkların içeriden kavranması, varlığın yapısının ‘öz’üne inmekle mümkün olacaktır. Aynı zamanda söz konusu süreç çoklukta / parçalanmışlıkta birliği ve dağılmışlıktaki bütünlüğü görme başarısını getirecektir.
Salime Kaman
Ressam-Sanat Yazarı
Assos-Ağustos 2022
Bir yanıt yazın