ADI KONMAMIŞ GÜÇ
(bu yazı kitaptansanattan com da yayınlanmıştır)
Novalis’in* dediği gibi, doğayı anlamak için gezmek, doğal varlıkları kendi oluş ortamında görmek, tanımak gerekir. Doğa ancak ona karşı duyulan derin bir sevgiden doğan sezgiyle kavranabilir ve insan ancak bu sayede kendisini bulur.
Yaz boyu tatil için gelen birçok insan tanıdım. Çoğu kendi evine geliyor. Kimisi zamanının bir kısmını bahçesinde, doğanın içinde geçiriyor. Zevk ile ekiyor, suluyor, çapalıyor, denize giriyor, yürüyüş yapıyor. Kendi doğasını yaratıyor, onunla yaşıyor/yaşatıyor. Kendi doğasının müziği ile baş başa ve mutlu.
Kimisi de boş boş vakit geçiriyor. İç tembelliği baskın. Baktığında yaşayanları görmüyor. Tek tek her şeyi yok ediyor. Doğayla bir bağı yok. Daha doğrusu yaratıcı bir gücü yok. Bencilliğin her yerde beliren çirkin yüzleri, düşünce özünden yoksun, sezgileri ticari insanlar. Doğaya yabancılaşmış ve ona uyum sağlayamayan mutsuz, güçsüz insanlar.
Bu sabah her yerden sessizlik yükseliyor. Sanki her şey sustu. Kederli bir suskunluk değil bu. Okullar açılacak. Aileler okul hazırlıkları içinde. Teker teker gidiyorlar. AVM’ lere!
Ya kuşlar? Onlarda yok. Her sabah pencereme gelen cikcik sesleriyle beni uyandıran kuşlarda gitti.
Nereye? Daha eylül ayının üçü.
Balık avlanma yasağı da bitti. İki günden beri balıkçı tekneleri kutsal bir saygıyla, denizde sessizce avlanırken, ikide bir geçen sahil güvenlik tekneleri arkasında bembeyaz köpükler bırakarak dolanıp duruyor. Onları seyre dalıyorum. Gürültülerini duymuyorum bile.
Akşam oluyor, balıkcı tekneleri sağa sola sallanarak, bazen kör bir ışık bazen ışık huzmesi ile motorların patpatı eşliğinde dans ediyor sanki. Özlemişim.
Rüzgarla beraber yoğun iyot kokusu vuruyor yüzüme. Mis! Tüm hissettiklerim doğanın ahengi içindeki iç sesi, yok yok iç müziği diyorum ben buna.
Sanki gerçek dünyanın gerisinde, uykuya daldım kendi düşlerimin içindeyim. Doğa içinde ki birliğe duyulan köklü özlemlerimle, birlikteyim. Her şey yeniden doğuyor sanki. Birleştiren geliştiren bir ruh içindeyim. Kültürün, insanlığın yetkinleştiği coşarak artan bir ruhla gözlerim kamaşıyor. Derin bir uykuya dalıyorum.
Sabah gözlerimi açıyorum. Ellerim yüzümde, gözlerimi ovuşturuyorum. Yine dünyanın ruhuna geri dönüyorum. Haberler, haberler iç karartıcı. Hayatın makineleşmiş gerçeği ile yüz yüze geliyorum. Yapay, dayanaksız ve yıkıcı.
Halbuki organik görüşlerin ışığında, özgür yaşayan düşüncelerle bütün sorunların üstesinden geline bilir.
Nasıl?
Novalis’in ifade ettiği gibi ‘Keşke insan, doğanın iç müziğini anlayabilse ve dış ahengini hissedebilse. Ama insan, hepimizin birbirine ait olduğunu ve birimiz olmadan öbürümüzün var olamayacağını neredeyse hiç bilmez,’.
İnsanlar doğaya hayranlıkla baktığında yaşadığını, yaşayanları, yaşıyor oluşu, yaşamsal gücü göreceklerdir. Ama hey hat!
Dünya uyuyor mu? Uyanık mı? Bilmiyorum.
Tüm düşlerim gölgeleniyor.
Doğanın kendisini bir sanat eseri olarak resmettiği ‘Sais Çırakları’ kitabında ‘Yalnızca dingin, duyarlı bir zihin anlar bitkilerin dünyasını, yalnızca neşeli bir çocuk ya da bir yabani anlar hayvanları. Taşları ya da yıldızları henüz birisi anladı mı, bilmiyorum, ama anladıysa mutlaka yüce bir varlık olmalı. İnsanlığın ihtişamının kayıp bir çağından bize kalan heykellerde öyle derin bir ruh, taşların dünyasına dair öyle ender bir kavrayış aydınlanır ki, bu kavrayış, heykellere bakan duyarlı bir seyirciyi içe doğru büyüyen taştan bir zırh gibi kaplar’ der Novalis.
O’na göre, içgüdüsel, sezgisel, bilişsel ya da kavramsal bir yaratıcı güçtür doğa.
Bizim özümüz çokçuluktur. Doğayla kurduğumuz bağlarla kendimizi inşa ettiğimizi biliyorum. Bu bağlarla güçleniyoruz. Doğayı kavrayabilmek bir bütünsellik çabası gerektirir. En değersiz gibi görünen bile, doğanın akışı ve oluşumunda bir yeri vardır.
Novalis, insanın üzerindeki doğa etkisine “adı konmamış güç” olarak ifade eder ve ona göre, bu istenç başlı başına büyülü bir şeydir.
‘İçimizde, sonsuz derinlikte bir merkezden her yöne yayılan gizemli bir güç vardır. Duyularla algılayabildiğimiz ve algılayamadığımız harikulade doğa bizi sardığında, bu gücün, doğayla kurduğumuz duygudaşlığın ifadesi, doğanın çekimi olduğuna inanırız’
Her bahar ayında, kendi tohumlarımızdan yaptığımız küçücük fideleri, severek okşayarak hazırladığımız topraklara ‘of’ demeden ellerimizle dikmek, onlara can suyu vermek, her gün sulamak, haftada bir diplerinde çıkan istenmeyen otları çapalamak, gübrelemek gerçekten büyük bir güç ister. Doğa asla salt bilgi ile kavranamaz. Doğa susuzluğu ile ter dökerek yaşamak gerek. Kendi oluş ortamında görmek, tanımak gerek.
Her gün bu fidenin milim milim büyümesi, çiçek tomurcukları vermesi, tomurcukların açması önce yaprağa sonra meyveye dönmesi benim bunları ta derinlerde hissetmem tamamıyla doğayla kurduğum duygudaşlığın ifadesidir. Buda birlikte kurduğumuz çekimle mümkün olur.
Bana bu çekim, bu ruh, doğanın dirilten ve canlandıran gücünden geliyor. Adı konmamış sihirli bir güçten.
Salime Kaman
Ayvacık Eylül 2019
*(1772-1801 yılları arasında yaşamış Alman Romantizmin en önemli temsilcilerinden olan Novalis, asıl adı Friedrich Leopold Freiherr von Hardenberg, bir filozof ve şair)
Novalis, Sais Çırakları- Paul Klee çizimleriyle
Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği
Bir yanıt yazın