Dakikalar, saatler arasında değişen periyotlarda oluşan bir dizi dalgalanmalar rahat bırakmıyor.
Bir akıl ‘Tsunami’ si, içindeyiz.
Trafikte, sokakta, hiçbir yerde olmamamız, göze çarpmamamız lazım!
Ortalık yarı aydınlık, yarı karanlık. Uyku ile uyanıklık arasındaki perdeyi sürekli dalgalandıran hal içinde yarım şuurlu durum içinde ve kemiklerinde duman gibi gezinen ağrılarla baş başa bırakılmak can yakıyor.
Günler endişe içinde…
Sorgulamak yok?
Herkes bir dalga treninde savrulup duruyor.
Oysaki bireylerin eylemlerini, kararlarını, günlük pratiklerini sorgulayabilmesi gerekirken, ağızlar mühürlendi. Akıl günışığına çıkamıyor. Özgürlükler kilitlendi. Ölçüler karıştı.
Herkesin başına gelecek olan yaş almalar bile bir suçluluk duygusuna sürükleniyor.
Yaşlanmak?
Baş edilmesi gereken en önemli olgulardan biri oldu.
Toplumdan bir bir kovulmaktalar.
Asil bir yanı bulunan yaşlılık, önceleri bilgeliği simgelerken, bugün bir hata olarak yorumlanıyor artık.
Kişinin kendisine ve çevresine yabancılaşması, büyük kent insanının yalnızlığı her geçen zamanda artarken, ‘görmeyi öğrenmek’ olarak nitelendirilen dış dünyaya bakışlar ürkütücü hal alıyor artık.
Aydınlanma Çağı’nın en önemli kişiliklerinden olan Fransız yazar ve filozof Denis Diderot’ın (1713-1784) dediği gibi, “Hoşumuza giden yalanlar avuç avuç yutulmakta ama acı gerçekler yudum yudum içilmektedir.”
Tıpkı günümüzde de yaşandığı gibi… Ne dersiniz?
Geçmişten günümüze dek, insanlar ölümle mücadele edebilmek için büyük yapıtları, kültürü, medeniyeti ortaya koymuşlar. Böylece insan, doğanın döngüselliğinde fark edilen ölümsüzlüğü, kültürel düzlemde yeniden üretmeye çalışarak ölüme direnmeye çalışır ancak ölümden kaçmak mümkün değildir. Modern dönemin her sorununun çözümü olan ‘akıl’ ölüm karşısında çaresiz kalmıştır.
Ölmenin zorunlu olduğunu bilmenin, en görkemli insan projelerini bile küçük ve önemsiz, içi doldurulmuş ve saçma bir hale dönüştürebileceğini ifade eden, Zygmunt Bauman, insanoğlunun kaçınılmaz ve değiştirilemez yazgısı olan ölüm karşısındaki çabalarını, başarısızlıklarını içeren çalışmalarını ‘Ölümlülük Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri’ kitabında anlatır ve bizlerinde kendi yaşamımızdaki farkındalıkları çeşitli şekillerde keşfetmemize ışık tutar.
Ölümle baş edilmesi ve bu güç duygunun üstesinden gelebilmek için, insanlar yaşam stratejilerini oluşturur ancak bu stratejiler de dönemin koşullarına bağlı olarak değişir ve çeşitlenir. Ölümle savaşmanın en önemli alanlarından biri bedendir. Bedenin sağlıklı, zinde ve genç olması, ölümlülükle baş etme stratejileri olarak ortaya çıkar.
Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden Rainer Maria Rilke (1838–1906) dediği gibi; ‘İzlenimler sayesinde insan kendisini biriktirir; orada konuşan ve çene çalan gösterişçi kalabalık arasından kendisini tekrar kazanır ve sonsuzlukta var olan birkaç şeyi yavaşça fark etmeyi öğrenmeye başlar.’
Keşke herkes dünyadaki konumunu doğru olarak anlayabilseydi. O zaman yaşarken, kendi boyutlarına karşı körleşmeyeceklerdi.
Kimi zaman buruklukla kimi zaman kahırla yorulmuş bir farkındalıkla, dünyanın acıları, insanların sık sık fikir değiştirmeleri, kabullenemeyen uygunsuz mevcudiyetleri bizleri çok yordu ve yoruyor…
Görünmez, ama içsel olarak teyit edilebilir bir gerçekliğe doğru itiyor.
Bu gerçekliğin hakiki ölçütü nedir?
Mutlak anlamda tek bir cevap vardır.
O da ‘Ölümdür’
Ölümlülük, dünya üzerindeki her şeyi değiştirebileceği ve kendine uyarlayabileceği inancından beslenen insanoğlunun en büyük yenilgisidir. “Ölümsüz eserler” vermek yoluyla, bedeninin ölümlülüğünü düşüncenin ölümsüzlüğüyle alt etme çabası, insanın ölümlülük karşısındaki en masum çabalarındandır.
Zygmun Bauman’nında söylediği gibi; ‘ölüm, aklın en büyük yenilgisidir’
Salime Kaman
Ressam- Sanat yazarı
2021 Şubat/Adana
Bir yanıt yazın