Her gördüğümüz şey bir şey saklar, hep gördüğümüzün arkasında saklı olanı görmek isteriz. Rene Magritte
Gerçeküstücülük akımının en önemli temsilcilerinden olan Belçikalı ressam René François Ghislain Magritte (21 Kasım 1898- 15 Ağustos 1967) gördüklerinden fazlasını kendi özgün stili ile resimlerine yansıtmıştır. Çalışmaları pop-minimalist ve kavramsal sanat örneklerindendir.
Aslında doğal yaşam güdüsü için de gördüğümüz şeyler, farkında olmadan kendi yarattığımız görüntü kolajlarımızı yaratmaya yardımcı olurlar. Yarattığımız bu kolajlar bizi ya mutsuz eder ya da mutlu/ hoşnut. Her yeni yarattığımız kolajlar da düşlerimize göre şekil alır.
Düşlere geçerli gerekçeler temelinden yaklaşmak, çağdaş kültürün motifleriyle karşılaşmamıza yardımcı olur. Düşlerimizin romantik kurgular taşıması artık çok zor. Özellikle yaşadığımız bu dönemde! Kaotik boyutlar içinde savrulup duruyoruz. Her savrulduğumuzda kendimizi yeni düşler içinde buluruz.
Bu sanatçılar içinde böyledir. Bazen kendini güncel sanat gelişmelerinde, bazen düşlerinin kaotik boyutları içinde bulur ve kendi şifrelerini tam olarak çözmeden ya da çözemeden yeni düşler arayışına yönlenirler. Bu arayışlar sanatçının kendi içinde yarattığı aşamalı bir olgu ya da sanatçı bilinçaltının katmanları ya da bir başka deyişle sanatçı erkidir diyebiliriz. Erk sahibi olabilmek de insanın kendi hayatını yaşamasıyla başlar. Başkalarının şekillendirdiği dünya ya da bize dayatılan dünya ile değil.
Sevdiğimiz işi yapmak, kendi istediğimiz hayatı yaşamak/yaşayabilmek için sorgulamak gerekir. Sorgulamak! Sanatçı içinde bu böyledir. Sanatçı hem kendini hem sanatını, sorgulayarak bulur.
Sanatçının doğası gibi, sanatında doğası vardır. Sanatın doğasını sorgulama Marcel Duchamp’a göre ‘klişelerden kurtulmak, özgür olmaktır.’ Modernist eğilim, eserin özerkliğini bilinçli bir şekilde sorgularken, onu yöntemsel şekilde de tahrip eder. Tahrip, eserin geleneksel formunda söz konusudur. Mevcut değerlere karşı bir başkaldırıdır. Bu da zihinsel bir durumdur.
Kötü bir dünyada yaşıyoruz nasıl mutlu ve özgür olalım ya da hissedelim? Kapitalizmine bağlanmış bir gurup, toplumu parçalamak yok etmek isterken aslında sanatı da yok etmeye yönelirler. Çünkü sanatın özelliği, çevrenin henüz hazır olmadığı olguları gerçekleştiren yapıya sahip olmasıdır.
Özgür olmadan, özgür hissetmeden mutlu olunur mu? İnsan hayatı üzerine kurulan dayatmalar altında, ya da mutluluk diktatörlüğü altında mutluluktan söz etmek mümkün mü? Dayatmalar gölgesinde yaşarken kişi kendini ne kadar özgür, hoşnut hissedebilir? Dünyayı kavramak isteyen insanın karşısına çıkan öncelikli olgu ‘kendine yabancılaşmasıdır’. Bu yabancılaşma kişinin dış dünya karşısında kendini ‘pasif’ olarak kabul etmesiyle başlar. Ve dış çevrenin yönlendirdiği bir varlık haline getirilir, tabii ki insanı doğasından uzaklaştırılarak. Bu da insanı yapaylaştırır.
Halbuki, biz ‘kendi doğamıza göre yaşamalıyız’.
Nasıl?
Bu sorgulamalarla başlayan gelgitler içinde kendimi, doğayı, diğer insanları, dünyayı daha doğrusu tüm evreni ayrı ayrı değil de aynı bütün içinde görmek ve bu fikri kabullenmek bana yeni bir perspektifle bakmamı sağladı. Bu düşüncelerimde beni aydınlatan yüreklendiren okuduğum bir kitap oldu. Kitabın adı, Wilhelm Schmid’in ‘Mutsuz olmak, Bir Yüreklendirme’ dir.
Wilhelm Schmid’in ‘Mutsuz olmak, Bir Yüreklendirme’, Tanıl Bora çevirisiyle, İletişim yayınları tarafından 2015 yılında basılan 92 sayfa olan kitabını okudum. Kitap 10 bölüm. Kitap da çizilen resimler Turgut Demir’e ait.
Yazar Wilhelm Schmid 1953 yılında Almanya’da doğmuş bir felsefeci. Halen Erfurt Üniversitesinde felsefe dersleri veren Wilhelm Schmid’in kitap satışları dünya çapında bir milyona yaklaşmış. Kitapları onbeş dile çevrilmiştir.
Yazar kitabında, mutluluğu kovalamanın mutsuzluğa nasıl sebep olduğunu, dayatmaların, mutluluk diktatörlüğü tehditlerinin üzerimizde yarattığı olumsuz etkileri çok sade ve akıcı bir dille ifade ediyor. Çevremizde o kadar çok ‘mutlu olmadığı için mutsuz olanlar’ ‘mutlu görünenler’ varken kitap her zaman güncelliğini koruyarak okunmaya devam edecektir.
Kitaptan bazı alıntılar:
‘Mutluluk önemlidir ama anlam daha önemlidir. Hayatta tek meselenin mutluluk olduğu, modern hayattaki anlam kaybını mutlulukla ikame etmek isteyenlerin bir masalıdır; ama mutluluğun sırtına kesinlikle taşıyamayacağı bir yük yüklemiş olurlar böylece. Mutluluk hayatın güzel bir ilavesidir’.
‘Mutluluğa erişme çabasındaki ısrar, anlam yoksunluğunun yol açtığı çaresizliğin bir işaretidir.’
‘Yaşam sanatının ödevi, başarılı bir hayata katkıda bulunmak ve insanı mutlu etmek olsa da hayatın içinde başarısız ve mutsuz olmak da var. Başarı zorunluluk değil, başarısızlık ihtimaldir’ derken, mutluluğun gölgeli yanlarıyla kavga ederken onunla baş etme gücünü kaybedenlerin varlığını tanıtan, mutsuzları yüreklendiriyor.
‘Her boşluğa tekabül eden bir nahoşluk, her iyiliğe tekabül eden bir kötülük, her mutlu oluşa tekabül eden bir mutsuzluk’ olduğunu söylerken Wilhelm Schmid, yaşam içinde her şeye hazırlıklı olmamıza da dikkat çekiyor.
‘Mutluluk her zaman mutlu eder mi?’ sorusuna, insanların biraz mutsuz olmaya da ihtiyacı olduğunu ifade ediyor.
‘Mutluluk ebedi değil, tükenebileceği için yenilenmesi gerek’ derken mutluluğun dinlenip toparlanabileceğine de vurgu yapıyor.
‘Her şeyde, daima ve sadece pozitif olanı görmek için kendinizi kasmayın’ ‘Pozitifte ısrar ettikçe negatife batarsın’ diyen yazar Wilhelm Schmid her zaman pozitif düşünmenin insanı yorduğunu, ısrar ettikçe de negatif düşünce içinde kaybolabileceğini anlatıyor.
Yazarın söylediği gibi ‘hep ileri bak’ ifadesi, kendini mutlu ya da mutsuz, başarılı ya da başarısız, özgür ya da ezilen hisseden herkese iyi gelecektir. Hayata gerçekleştirme açısı ile bakan herkesin üretken olduğu sürece ve kendini dışa vurduğu oranda, kendini ortaya koyacaktır ve hep ileriye bakacaktır.
Salime Kaman
Ressam-Sanat Yazarı
Assos-Eylül 2022
Bir yanıt yazın