Bilmiyorum.
Yağlı boyalarımı, fırçalarımı, tuvalimi hazırladım. Güçsüz parmaklarımla zar zor açıyorum boya kapaklarını, açamadıklarımı ayırıyorum. Sıcak su dolu bir kaba kapakları açılmayan boyalarımı sokuyorum. Biraz beklettikten sonra tekrar kapaklarını açmaya çalışıyorum. Yine bir kısmı açılıyor, bir kısmı açılmıyor. Bu kez bir ingiliz anahtarı alıyorum ve açılmayan kapakları açmaya çalışıyorum. Başarıyorum. Tüm boyalarımı sıkıyorum ve paletim hazır. Karşıma bir ayna koyuyorum ve kendimi çizmeye başlıyorum. İyi ilerliyorum. Resmime bakıyorum kendimi tam yansıttım mı diye düşününce, kocaman gözlerimi görüyorum ve hayret ediyorum. Kendime soruyorum neden böyle yaptım? Cevabım, ‘bilmiyorum’ oluyor. Bu sefer felsefesini düşünmeye çalışıyorum.Yaptığım resim beni yıllar öncesine götürüyor. Öyle bir dönemimi tuvalime yansıtmışım ki kendime inanamıyorum. Bu dönemim hayatımın çekirdeği gibi. Bu dönemim ruhsal olarak beni sarmış demek ki! Yılları ilmek ilmek tuvalin her karesinde kendime özgü nitelikle işlemiş gibi. Bir sınırlama yok, dayatma yok. Bana yönelik bilgiyi kimse göremeyecek benim yarattığım nesnellik dışında. İzleyici, bir dönemin yansıması olgusunu görecek mi ki? Yansıttığım objenin yaşantısını göremeyecek ama içsellik bağlantısı ve yaşantısından kesit ve/veya kesitler ile belkide bağ kurabilecek. Yüz, çevre, obje, atmosfer içinde tabii ki önemlidir, ama en çarpıcı olan ise, yüzdür. Yüz odak noktasıdır. Benliktir.
Otoportre, bir sanatçının kendi portresini yaratmasıdır. Benim de amacım yaratmak. Yaratırken gördüm ki 25 yıllık bir geçmişi, sırtladığım günden görerek, bugünkü görünüşümü yaratanı, kişiliğimi yaratanı ve ruh halimi yaratanı kendimce kendimde yansıtmışım. Umarım izleyicime, okuyucuma etik ve estetik ilişkisini, yüz yüze anlatabilmişimdir.
Levinas’a göre, yüz ne bu karakteristiklerin toplamıdır ne de bu özelliklerin içinde katlı yaşanmışlıklar, imgeler, kültürel anlamlardır. Yüz kendi biçiminin sürekli bir deformasyonu, bozulması, parçalanmasıdır. Burada bozulma ve parçalanma, kısacası biçimsizleşme tam olarak “aşma” (aşkınlık) anlamına gelir. Yüzün ifade ettiği anlam, ona bakanın bilincinin ona aktardığı bir anlam değildir; bu anlam, her hangi bir toplumsal ya da kültürel bağlama da indirgenemez. Başkasının yüzü kendinden anlam ifade eder. İşte bu anlam ifade ediş, yüzün estetik biçimine sığmaz, onu sürekli olarak bozar. Bu sebeble yüz, estetiğin kategorilerini aşar. Levinas’ta etik ile estetiğin bir ilişkisi varsa eğer, bu öncelikle bir deformasyon ilişkisidir: etik estetiği kesintiye uğratır ve hiçbir estetik ilgi ya da çekince etik ilişkide bir fark yaratamaz.
Resmim de ki bu anlam ifade ediş, yüzün estetik biçimine sığmayan bugüne, mevcut durumundan önce, onu sürekli olarak bozarak nasıl getirdiğini göstermektedir. Tıpkı, Levinas’ın etik ile estetik ilişkisi gibi. Bu da deformasyon ilişkisidir. Otoportreye yansıtılmıştır. Ama ben kendi otoportremde, Levinas’ın dediği gibi bu günkü yüzümdeki deformasyonu değil, bundan 25 yıl önce deformasyona uğrayarak gelen ve bende iz bırakan otoportremi yapmış olmuyor muyum?
Yüzyüze iletişimi kendisine temel alan bir yaklaşım için diyalog başlıca öneme sahiptir. Bu diyalog da, yüzümle ya da otoportremle, izleyici arasında kurulan diyalogdur. Bu da benim için çok önemlidir.
Çocukluktan gençlik ve orta yaşlı yıllara gelinceye kadar geçirdiğim deformasyon sonucunu resimde sergilerken, bu gün yaşayan yüzümün her anın etkisiyle oluşan deformasyonunu ilave etmeyerek, etik ile estetiğin ilişkisini var saymamış oluyorum. Ya da mevcut deformasyon yüzümü görenlere, etik dışında estetiği sergilemek istemem de olabilir. Ya da, estetiğin etik ile nasıl değiştiğini anlatmak istememdendir.
Sevgiyle kalın.
Salime Kaman
14.02. 2014
OTO PORTREMİ YAPMA ZAMANI MI?
Posted on
Bir yanıt yazın