GÜL ÇAY EVİ
Hayatın pratik meseleleri içinde geçiyor zaman. Yine kasabaya indim. Haftalık alışverişlerimi yapmak için pazar yerindeyim. Zaman su gibi geçiyor. Yoruldum da. Pazar yerinin yanı başında ceviz ağacının altındaki ‘Gül Çay Evi’ ne ait tabureye oturuyorum, aldıklarımı yanı başım da duran küçük masanın üzerine bırakıyorum. Yerleşince, kendime çay söylüyorum. Çay evini anne-kız işletiyor. Pazar esnafına çay götürüp boş bardakları toplayan genç kız lise öğrencisi. Anne ocak başında çay kahve yapıyor, boş bardakları gıcırtarak yıkıyor. Severek yapıyorlar işlerini. Baba da demir işçisi. Geçen yaz, balkon demirlerimizi yapmıştı. Çalışkan işini severek yapan iyi bir zanaatkar. Üç kişilik mutlu bir aile. Emekçiler!
Genç kız güler yüzü ile çayımı getiriyor. Demini iyi almış çayımı yudumlarken, pazar esnafını, pazar alışverişine gelen kasaba insanını ve yazlıkçıları izliyorum.
İyimserlikle bakıyorum her şeye.
İnsanlar sessiz, sakin. Herkes evine götüreceği ekmek peşinde.
Büyük şehir pazarlarında ki, insanı yoran gürültüyü, uğultuyu hatırlıyorum. Ürküyorum! Georg Simmel (1858-1918) ’in dediği gibi ‘modern kent bıkkınlığın başkentidir.’ Bıkkınlığın ilk sebebi, sinirleri uyaran birbirine zıt unsurların hızla yer değiştirmesi, son derece yoğun ve sıkıştırılmış olmasındandır. Sınırsız zevk peşinde geçirilen bir hayat da insanı bıkkınlaştırır.
Birey, aslında toplumsal iş bölümünün ana dişlilerinden biridir. Bir anlamda, modern toplum bireylerden oluşmaz, sadece bireylere gereksinim duyar. Bu da sıkıntı ve bıkkınlık verici bir şeydir.
Kötümser düşünüyorum şimdide! İçim acıyor. Kendime soruyorum. Nasıl, iyimser ve kötümser düşünebiliyorum aynı anda?
Çünkü aklım girdi devreye.
Immanuel Kant’ın bir sözünü hatırlıyorum. ‘Tanrı insanın mutlu olmasını isteseydi ona akıl vermezdi.’ İnsanın aklı kötümser olurken, iradesi iyimser olabilir.
Kötümserlik bir direniş, mevcuttan memnun olmama halidir. Kimilerine göre kötümserlik hep teslimiyetle özdeşleştirilir. Kant’a göre ‘Asıl her şeyden memnun olmak teslimiyettir.’
Tarihsel bilginin öznesi olan mücadele içinde ezilen insanları, mazlumları, direnenleri, teslim olanları düşünüyorum.
Ya bugün?
İnsanların bugün içinde sıkıştığı, kültürü yozlaştıran yapılar, doğa ve kent kavramının sömürülmesi değil de nedir?
Gözünü doğaya hâkim olma sürecindeki ilerlemeye dikmiş, toplumsal gerilemeyi görmeyen, emeği öğüten kapitalist dişler. Sadece emeği mi öğütüyor? Hayır, doğayı kısacası önüne gelen her şeyi öğütüyor.
Bugün emekten anlaşılan nedir?
Bugün emek, doğanın sömürülmesidir.
Bu çürüme belirtisi mi, ya da modern bir belirti mi?
Bu sadece kaybolmakta olan tüm güzellikleri hissettiren acı bir belirtidir yalnızca. Gerçek hayatın için de insanlar, içinde bulunduğu durumu dile dökebileceği, ya da öneri alabileceği, hayatın dokusuna nüfus etmiş akıl bulamıyor.
Ya sizce?
Salime Kaman
Temmuz 2019 Ayvacık
Bir yanıt yazın